21 Mart 2009 Cumartesi

Sefir'e Yolu Gösterin...

Fransa'da çok meşhur bir sözlük vardır, Larousse. Burada bir kelime var, "décapiter". Bu kelime 1931 yılındaki sözlükte boynunu vurmak diye ifade ediliyor.
Kelimenin bir başka anlamı daha var. Kazığa oturtmak, yani sivri bir kazık
hazırlamak ve insanları kazığın bir ucu ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.
Vahşi bir uygulama. Burada kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak
için örnek veriliyor: "Türkler bugün bile esirlerini kazığa oturturlar."

Atatürk bunu öğrenince Fransız büyükelçisini yemeğe davet ediyor. Elçi diğer
elçilere böbürleniyor, hava atıyor Atatürk tarafından davet edildiği için. Köşke
geliyor, yemekler yeniyor. Atatürk tabii bir şekilde elçiye bu kelimenin anlamını
soruyor. O da bildiği anlamı söylüyor.

Atatürk : "Kelimenin başka bir anlamı var mı?" diye sorunca.

Büyükelçi: "Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir" diyor.

Atatürk daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse'u
getirtip büyükelçinin önüne koyduruyor. Elçi daha işin nereye kadar gideceğinin
farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor. Ancak kelimenin karşısında kazığa
oturtmak konusunda verilen örnek cümleye gelince ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve
yarısından sonra yutkunarak Atatürk'ün yüzüne bakıyor.

Atatürk diyor ki: "Demek ki biz Türkler bugün de esirlerlerimizi kazığa oturtuyoruz
öyle mi, öyle mi sayın sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız , bu doğru mu? "

Sefir hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki:
"Efendim bu sözlük Katolik Kilisesi'nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz
laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi
ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız."

Atatürk: "Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere
karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul'daki kiliselerin
kapılarına koca birer kilit astırıyorum" diyor.

Bunu duyan sefir birden ayağa kalkıyor ve: "Ekselans, protesto ederiz " diyor.

Bunun üzerine Atatürk: "Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz? "diyor ve
ilgililere dönerek: "Sefire yolu gösterin" diyerek bir anlamda onu kovuyor.

Sonra ne mi oluyor? Tabi Fransız hükümeti laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor,
hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor.

18 Mart 2009 Çarşamba

Ergenlerdeki dalgınlığın nedenleri


İngiltere'de Oxford Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, gençlerin özellikle sabahları uyuşuk ve aklı bir karış havada olmak için bilimsel bir bahaneleri olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya göre 10 yaşından itibaren çocukların biyolojik saatleri değişmeye başlıyor ve beyinleri, sabahın erken saatlerinde doğru dürüst çalışmaz oluyor.
İngiltere'nin kuzeyindeki bir okul, bu araştırmaya dayanarak ergenlik çağındaki öğrencileri için derslerin başlangıç saatini iki saat ileriye aldı -- ve hakikaten de, performanslarının ciddi bir şekilde iyiye gittiğini gördü.

Araştırmayı yapan ekipten Profesör Russell Foster, gençlerin geç yatıp, geç uyanmaya biyolojik eğilimleri olduğunu söylüyor.

Buna göre gelişmekte olan ergen beyninde, müthiş bir "düşünmeden harekete geçme" özelliği var.

Beynin ön kısmındaki pekçok bağlantı, 20'li yaşlara yaklaşana dek tam olarak oluşmuyor.

İşin ilginci, bunlar harekete geçmeden önce durup düşünmemizi, yaptığımız şeyin sonuçlarını düşünmemizi sağlayan bağlantılar.

Bunlar ergenliğin son dönemlerine dek oluşmuyor.

Profesör Russell Foster'ın elindeki verilere göre, okul saatini sabahları yalnızca bir saat ileriye almak ve daha zor dersleri öğlene doğru kaydırmak, sınavda başarı sonuçlarının artırıyor, okuldan kaytarma ve depresyon vakaları da azalıyor. (BBC)