26 Ocak 2009 Pazartesi

Kuantum düşünce tekniği

Kuantum Düşünce Tekniği Nedir?

Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.

Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir.
Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.

Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız.

O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.

Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımızda Ne Gibi Yararlar Sağlar?

Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar: uygun iş, eş, yaşam alanı, ev, bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır.

Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan, en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır.

Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.

Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku, kaygı, öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar.

Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız hızlanır.

Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak insanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz.
Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz demektir.

Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar.


Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir?

Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.

Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar.

Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır.

Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz?

Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz: Düşünceler hayatımızı oluşturur.
En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu.

Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım.

Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı.

Bu süreç nasıl işliyor? Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor?

Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki değişim diğer tüm damlaları uyarır.

Seminerler katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor mu?
Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur.

KUANTUM DÜŞÜNCE NEREDE KULLANILIR? KİMLER YARARLANABİLİR?
Bir eğitmenseniz; öğrencilerinize uygun öğrenme modelleriyle çabuk, kalıcı ve zevkli bir eğitim yapabilirsiniz..
Bir öğrenciyseniz; çabuk, kalıcı ve keyifle öğrenen, öğrendiklerini unutmayan, hayatın tadını çıkarmasını bilen, kendinden memnun bir çocuk yada genç olabilirisiniz..
Bir iş insanı iseniz; amaçlarınıza ve hedeflerinize kolayca ve çevrenizdeki insanlarla işbirliği içinde ulaşabilirsiniz.
Bir sanatçıysanız; yaratıcılığınızı daha çok arttırabilir, kalıcı ve etkili eserler üretebilirsiniz..
Bir baba yada anneyseniz; ailenizde hoşgörü ve anlayışa dayalı iletişimin sırrını öğrenebilirsiniz….
Bir hekimseniz sağlığın kuantum boyutundaki sırlarını öğrenebilir, modern tıpla kuantum iyileşme tekniğini birleştirerek harika sonuçlar elde edebilirsiniz...
Hayat amacınızın ne olduğunu öğrenebilir ve kendi özel amaçlarınız ve planlarınız doğrultusunda güçlü ve motive olmuş bir biçimde ilerleyebilirsiniz.
Sorunların gerisindeki anlama bakıp, onların içindeki çözümü görebilirsiniz.
Sizi yoran insanlarla şaşırtıcı bir biçimde özel bir iletişim modeli geliştirebilirisiniz.
Kişisel Gelişimde ;
Kimlik Güçlendirme Mühendisliği
Yeni Alışkanlıklar Edinme
Özgüven
Ruhsal Yetenekler Kazanma
Kişisel Başarının Yolları
Hayatı Okumak ve Anlamlandırmak
Hedef Belirleme
Geçmişi yeniden yaratmak
Eğitimde;
Hızlı Öğrenme
Ders Motivasyonunun Kazanılması
Öğrenme Modelleri
Sınavlarda Başarı Yükseltme
Yaratıcılık Eğitimi
Hedef Belirleme

İş Dünyasında;

Stresi Coşkuya Dönüştürme
Duyusal ve Duygusal Keskinlik
Yöneticilerin Eğitimi
Ekip Çalışmalarında Birlik ve Dayanışma Ruhu Oluşturma
İletişimin Dördüncü Boyutu ( Kuantum İletişim )
Motivasyon
Sağlıkta;
Sigaradan Kurtulma
Kilo Verme
Hastalıkların Zihinsel Nedenleri
Fobilerden Kurtulma

Aile içi İletişim;

Eşler Arasında İletişim Bozuklukları
Anne/ Baba Eğitimi
Aile İçi Sevgi Dilinin Bulunması
Kadın – Erkek İlişkilerinde;
Doğru Eşi Bulma
Birlikte Başarı
Temel İlişki Değerlerinin Tespiti

21 Ocak 2009 Çarşamba

Öğrenilmiş Güçyitimi

Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor.Haliyle, büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor... Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor, böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor. Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor. O da ne!!! Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği hâlde onları yemediği görülüyor. Buna psikolojide 'Öğrenilmiş Güçsüzlük' deniyor.

İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının, 'yapma; elleme, dokunma,' gibi sözlerini duyuyormuş. Böyle olunca da çocukta büyüyünce 'yapamama', 'edememe' özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyor.

ZİHİNSEL GÜÇ
İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der. Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir. 'Al oğlum, sana güzel bir at' der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir ya da bir çocuğun tebessümü olabilir.'

Değnekten atınız hiç eksik olmasın.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Global Ekonomik Kriz ne zaman biter? Türkiye'de Krizden Nasıl çıkarız?

Günlük yerli gazete Memleket demiş ki:

HOCALAR KRİZİ TARTIŞTI
Bütün dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye'de de etkileri hissedilmeye başlanan ekonomik kriz, siyasetin de ekonominin de ana gündemini oluşturuyor. 'Kriz Türkiye'yi teğet mi geçecek?' , 'Hükümet krize karşı yeterli önlemleri almakta gecikti mi?' , 'IMF ile anlaşma zorunlu mu, bu anlaşma için geç mi kalındı?'

Son günlerde en çok tartışılan konuların başında bu gibi konular geliyor. 'Türkiye krize neden girdi, dünya genelindeki kriz ne kadar sürecek, krizden çıkış yolları nelerdir? Tüm bu konular, NTV'de yayınlanan 'Neden' programında konunun uzmanları tarafından tartışıldı. Ankara Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Korkut Boratav, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ve Hürriyet Gazetesi Yazarı Erdal Sağlam krizi ve çıkış yollarını tartıştı. 

'HOCALARIN HOCASI'NDAN KRİZ NOTLARI
Programın konukları arasında yer alan 'Hocaların Hocası' olarak bilinen  Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin nedenleri, Türkiye'ye etkileri ve çıkış yolları konusunda önemli tespitlerde bulundu. 

KRİZ NEREDEN ÇIKTI?
Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin neden çıktığını şu şekilde açıkladı: 

"Krizin kapitalizmin bünyesinden kaynaklandığında bir şüphe yok. En gelişgin, en varlıklı ve kapitalizmin bir çok kurum ve mekanizmasını en gelişmiş şekilde bünyesinde barındıran Amerika Birleşik Devletleri’nden koptu. Nasıl koptuğunu da biliyoruz, ama kısaca hatırlatalım. Finans sisteminde abartılı bir şişkinliği söz konusuydu. Finans sistemi az ile yetinmeyi beceremeyen bir patolojik özellik kazanmıştı. Kapitalizmin öz bünyesinin üzerinde onun bir uzantısıdır ama bu uzantı birdenbire ekonominin büyüme potansiyelini ve gerçekleşen büyüme hızının üzerinde getirileri bir hayat tarzı haline getirdi. Amerika’nın özelliği bu getirilerin yüksekliğini bir miktar kolaylaştıran bir mekanizma vardı, dışarıdan kaynak aktardı Amerika. Yani adeta az gelişmiş bir ekonomiye nasıl dış tasarrufları almak ister ve onunla sermaye birikimini geliştirir, böyledir yani. 

TASARRUF YAPMADAN BÜYÜMEK
Bizim az gelişmişliği tanımlamamızın bir biçimi de budur. Çok yoksul olduğumuz için fazla tasarruf yapamazsınız ama büyüme tutkunuz vardır, yatırım yapmanız lazım. Bu yatırımı kendi kendi tasarrufların yetmediği için yani dış kaynakla, yani dıştan gelen tasarruflarla karşılarız, karşılardık. Amerika adeta az gelişmiş ekonomi gibi tasarruflarını yavaş yavaş aşağıya çekti, geçmiş diyelim bu 20 yıllık bir hikayedir bir anlamda. Yatırım eğilimi de çok yüksek olmamasına rağmen özellikle hane halkı, yani sıradan Amerikalı gelirin üstünde tüketmeye başladı, bir borç ekonomisi oluştu bu işi kolaylaştıran bir de finansal araçlar imal edildi, inşa edildi, uyduruldu. Bu araçlar öyle araçlar ki el değiştirdikçe satıcıya komisyon getiriyor. Dolayısıyla yapay bir biçimde işte bu ipotekli konut piyasasın iç yüzü incelendiğinde ortaya çıkıyor. İş böyle sahtekarlığa kriminal boyutlara kadar ulaşan ama sonunda herkesin aşağı yukarı bu yürümeyeceği belli olan saadet zincirine kötü niyetle katkıda bulunmuş oldu, bir balona dönüştü. Bu balonun da sürmesi mümkün değildi. Amerika’nın dış dünyadan aktaracağı kaynağın da bir sınırı vardır. Dolara bu kadar çok itibar kazanması tartışmalıdır. Bir noktada dıştan patlayabilirdi balon veya içten patlayabilirdi. Bu içteki şişkin finansal kağıtlardan oluşan piyasa bir yerde tökezledi ve zincirleme bir şekilde kriz başladı. 


TÜRKİYE NEDEN KRİZE GİRDİ?
Boratav, krizin Türkiye'yi neden etliyeceğini ve bu krizin etkilerini şu şekilde açıkladı. 

"Bu kriz 2001 krizinden farklı. Bu kriz tersine başladı, bizim bizden değil yani çevre ekonomilerinden değil metropolden başladı. Bir yıl kadar sanki bizim buralara etki etmeyecekmiş gibi göründü. Zarara sürüklenen finansal aktörler bankalar, yatırım bankaları filan bir süre bizim ekonomilerimizdeki yüksek getirileri zararlarını hafifletecek araçlar olarak gördüler ve fazla tedirgin olmadılar ama metropoldeki kriz özellikle Lehman şirketinin yatırım bankasının batmasıyla birdenbire derinleşince o zaman çevre ekonomilerindeki plasmanlarını yani çeşitli kağıtlara, buradaki kağıtlara yatırılmış olan kaynaklarını da çekme eğilimine girdiler, ikincisi kredi kanallarını eskisi kadar açık tutmamaya karar verdiler. Dolayısıyla bizim ekonomilerimiz şu riskle karşı karşıya kaldı; geçtiğimiz 7 yıllık, istiyorsanız tam şeyin de iktidarına denk gelen bir dönemdir. Türkiye ve bir kaç ülke daha orta ve doğu Avrupa, Güney Afrika ve 1-2 Latin Amerika ülkesi gibi ülkeler büyüme patikalarını esas olarak dıştan gelen kaynaklara bağımlı kıldılar. İşte bu kaynaklarda bir ani çıkış veya duraklama veya tersine dönüş olursa, yani duraklama veya net çıkış olursa ekonomilerin alışık oldukları o rehavet ortamı yani dıştan gelen kaynağın sağladığı büyüme ivmesinin durması veya negatife dönüşmesi mukadder oluyordu. 

AĞUSTOS'A KADAR TÜRKİYE'DE HİSSEDİLMEDİ
İşte Ağustos’a kadar bizi etkilemedi, Türkiye'yi de etkilemedi. Yani ödemeler dengesinin Ağustos rakamlarına baktığımızda halen görüyoruz ki dıştan gelen net kaynak var, eskisi kadar bol ve coşkulu olmasa bile var. Fakat Eylül’de azalıyor ve Ekim’de birdenbire net çıkış başlıyor, daha doğrusu girişte büyük daralma ve belli ölçülerde net çıkış başlıyor. Bunun yansımaları dövizle borçlu olan bütün aktörler için döviz kurunun yukarı çekilmesi döviz kredilerinin tıkanması, yani dış kredi kanallarının tıkanması hatta dış kredi kanallarının ana para talepkar yani faizi ödüyorsun ama vadesi gelince ana paramı da isterim konumuna gelmesi halinde bizim ekonomimizin birdenbire iç talebin daralması, firmaların dış kredi imkanları daralan bankaların kredi kanallarında kısıntılar ve keza dıştan daha rahat borçlanmaya alışkın olan şirketlerin borç kanalların tıkanması, sıcak paranın çıkması gibi bir dizi birbiriyle bağlantılı şok Türkiye'de reel ekonomiyi de sıkıştırmaya başladı. İşsizlik, üretim, sermaye birikimi hatta durgunlaşan tüketime yansıma yaptı. Bütün bunların heyeti umumiyesi diyelim veya toplu etkisi işte bugün yayınlanan milli gelir rakamlarıyla ortaya çıkıyor. Şanslı bir şekilde Temmuz, Ağustos, Eylül’ü kapsıyor. Eylül’dür negatif büyümenin ivmesinin başladığı dönem. 

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK RİSKİ: DIŞ AÇIK
Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin Türkiye için neden yüksek risk oluşturduğunu da şı şekilde açıklıyor. "Kriz konjonktürüne Türkiye büyük dış açık vererek ve çok fazla miktarda dış borçla giriyor. Bu özelliği taşımadan kriz konjonktürüne giren gelişmekte olan ekonomiler bizim kadar kırılgan değil, ben bunu vurgulamak istiyorum. Bu bizi başka pek çok ekonomiden daha kırılgan hale getiriyor. 

IMF İLE ANLAŞMA SORUNU ÇÖZECEK Mİ?
Şimdi bu durumlarda şunu vurgulamak istiyorum; IMF ile anlaşsak bile eğer bütçede para politikasında artık fazla yapılacak bir şey yok. Yani para politikasının etkisi sınırlı. Esas uyarlamayı bize bütçeden, parada gevşemeyin diyecekler büyük ihtimalle öyle tahmin ediyorum. Fazla gevşemeyin, ipin ucunu kaçırmayın diyecekler ama kamu maliyesiyle ilgili olarak muslukları sıkmak isteyecekler. Vergiler yukarı, büyük bir vergi reformu da ufukta görünmediği için yani üretim yapmayan, yatırım yapmayan Türkiye sermaye birikimi yapmayan katmanların, iş çevrelerinin demiyorum. Zengin ve varlıklı çevrelerin gelir ve servetlerine el atacak bir vergi reformu da gündemde olmadığı için mesele Türkiye vergi sisteminin yüzkarası olan dolaylı vergileri daha da yukarı çekecekler, bir de kolay vergi alınan otomobil gibi, emlak vergileri gibi 1-2 kaynağa daha yüklenecekler ve bütün bunların sonunda dış kaynağın kısıtlanması nedeniyle zaten bakınız yüzde 8 buçuk imalat sanayinin, henüz bütçe kısıntısı yok ortada. Para politikasında da bir yukarı çekme yok. Yani kamu maliyesinden ve para politikasından gelen bir daralma olmadan sanayi yüzde 8 buçukluk bir gerilemeye düşüyor. Bu gerilemenin sirayet ederek ticarete ve bütün hizmetler sektörüne sirayet ederek, 2009’a da taşınacağı varken bir de kamu maliyesiyle sıkarak IMF durumu daha da vahimleştirecek ve bu Türkiye toplumunun kaldıramayacağı bir sosyal gerilim yaratabilir. 

IMF VE ÖZEL SEKTÖR DE SUÇLU
Benim onun için dediğim şu; bu yangını söndürmek için sermaye hareketlerini denetlemeye başlasak ne olur, döviz kontrolünü koymaya başlasak ne olur? Para çıkışını eğer yapabiliyorsak, maalesef iyi zamanda yapmamız lazımdı bütün bu kontrolleri. Türkiye'ye pompayla para gelirken dış borçlanmanın başı boş yürümesini engellememiz lazımdı ama engelleyemezdik, çünkü merkez bankasına enflasyon hedeflemesini getirdik, enflasyon hedeflemesi reel faizleri ama reel dikkat ediniz tasarrufa ödenen veya devlet kağıtlarına ödenen reel faizleri yüksek tuttu, kredi faizleri daha da yüksek tuttu, dolayısıyla imkanı olan veya çeşitli aracılarla bu imkanı yaratan özel sektör dört nala dış dünyadan borçlandı. Bunda IMF’nin suçu yok mudur? Türkiye'ye bu koşullarda enflasyon hedeflemesini, reel olarak yüzde 10’ların üstünde reel faizi kabul ettiren politikaların kabahati yok mudur?

KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU
Özel sektörün büyük ihtimalle döviz kazancı olmayan özel sektörün, 150 milyar dolayında dış borca sürüklenmesinde bu politikaların hiç kusuru yok mudur? Dolayısıyla döviz kontrolleri getirdiğiniz zaman para politikasını, döviz kuru politikasını ayrı ayrı belirleyebilirsiniz ama şunu diyorum tekrar; kriz noktasında döviz kontrolleri getirmek daha zordur, bunu keşke iyi zamanda yapsaydık ama imkansız değildir.  Ondan sonra zincirleme başka tedbirler de gelecektir.