27 Aralık 2009 Pazar

Yeni bir Türk Otomobili: ATTİLA piyasada



Büyük Hun İmparatorluğunun efsane lideri Attila’nın adı verilen yeni bir Türk otomobili Kazakistan'da piyasaya sürülmüş:

Güney Türkistan adlı blogda çıkan haber yazısında şöyle deniyor:

Tamamen Türk ruhu ile hazırlandığı belirtilen ‘Attila’ adlı otomobil, büyük imparator Atilla’nın ölümünün 1.550′nci yılına denk getirildi. Tamamen Kazak sanayinin gerçekleştirdiği Atilla, Kazakiztan’ın ilk otomobili olarak ta tarihe geçti.

1993 yılında ilk kez kendi otomobillerini yapmaya karar veren Kazaklar, 2003 yılına kadar tam 10 yıl bu projenin alt yapısını hazırladı. 2003 yılında Türk ruhuna uygun olarak tasarlanan Attila, bu yıl tamamlandı.

İlk etapta Kazakistan’da piyasa verilecek olan Atilla, daha sonra ihraç edilecek.




2007'de çıkan ilk yerli spor otomobil Etox'un haberinden sonra, Attila otomobilleri ile ilgili haber biz Türkler için oldukça anlamlı bir gurur kaynağı olacak gibi görünüyor.



Attila Kazakistan'ın web sitesine de aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. Site içeriği şimdilik sadece Rusça dilinde mevcut gibi görünüyor.

http://www.attila.com.kz/

12 Aralık 2009 Cumartesi

Ölüm diye birşey aslında yokmuş

ABD'li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti.
Lanza'nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.

Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.

Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının "Ben kimim?" diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor.
Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor.
Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Aşk neden biter?

Beceremiyoruz işte. En basit şeyi, aşkı bile beceremiyoruz. Egomuzun büyüklüğünden mi? Söyleyecek yalanımız kalmadığından mı? Neden bilmem?

En kolay sürmesini beklediğimiz ilişkileri bile beceremiyoruz. Bu kadar zor olan ne? Kaç cevapsız arama görmek gerekir telefon ekranında, merak etme, iyiyim diye geri aramak için?

Yoksa artık cep telefonları ileri teknolojiden kafayı yedi de arayanların kimliğini göstermiyor mu? Yok canım, öyle bir boyuttayız ki, nerdeyse arayanın sadece adı değil, iki yaşından itibaren tüm geçmiş bilgileri CV şeklinde ekrana geliyor.

Anladım. Arayan kişi o kadar önemsiz ki, geri dönmeye değmiyor. Hımm, bu mantıklı.

Hepimiz hayatında yok mudur, aman yine arıyor diye yaka silkip açmadığımız telefonlar?

26 Kasım 2009 Perşembe

Komik bir Bayram Tebrik Mesajı

Bir dönem bir genel müdür yardımcılığı yapmış birisi anlatıyor:

"Sene 1965. Bir genel müdürlükte özel kalem müdürü yardımcısıyım.. Bayrama 10 gün var.. Benim müdür hastalandı.. Ben ise işe gireli 2 hafta olmus, olmamış.

Genel Müdür bey beni çağırttı:
- Tebrik kartları hazır mı?.. Şaşırdım:
- Anlamadım! Hangi kartlar efendim?

- Aman evladim, Şükrü Bey sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartları şimdiye kadar hazır olmalıydı.. Tüh tüh.. Eyvah...

- Çabuk hemen hazırlayıverin.
- Emredersiniz efendim! dedim. Ancak sabaha kadar 3 bin kartı nasıl yazacağım?

Genel müdür bey, bütün kartları çini mürekkebiyle ve en güzel yazımla yazmamı istedi. 3 bin karttan 2 bin tanesini kendisinden makamca alt'takilere şu sekilde yazacaktım:

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim"

1.000 tanesi de üst makamdakilere olacaktı ve onlarda da şu ifade yer alacaktı:
"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim." Sabaha kadar 3 bin kart, düşünebiliyor musunuz?!?...

21 Ekim 2009 Çarşamba

A/H1 N1 (Domuz Gribi) hakkında uzman tavsiyeleri

Mikrobun vücuda giriş noktaları yalnızca burun delikleri, ağız ve boğaz yoluyla olmaktadır. Çok bulaşıcı bir yapıya sahip olmasından dolayı her türlü önleme karşı H1N1 virüsüyle temas etmekten kaçınmak veya korunmak imkânsızdır. H1N1 virüsüyle temas
etmek virüsün vücutta çoğalması kadar önemli değildir.

Sağlığınız yerinde ve H1N1 hastalık belirtileri göstermiyorken virüsün vücutta üremesini, belirtilerin daha da şiddetlenmesini ve ikincil enfeksiyonların gelişmesini önlemek için dikkatimizi N95 veya tamiflu gibi ilaçları stoklamaya vermek yerine çoğu bildirgelerde bahsedilmeyen bazı çok basit önlemleri uygulayabiliriz.

6 Ekim 2009 Salı

Aile Hekimliği

AİLE HEKİMLİĞİ NEDİR?

Birey ve ailelere sürekli ve çok yönlü sağlık hizmeti veren, biyolojik, klinik ve davranış bilimleriyle iç içe olan, faaliyet alanı içinde, tüm yaş gruplarını, her iki cinsiyeti, tüm sistemleri ve bütün hastalıkları kapsayan bir uzmanlık alanıdır.

Dünya Sağlık Örgütü “Aile Hekimini” şöyle tanımlamıştır:
“Kendisine bağlı olan topluma, yaş, cinsiyet ve hastalık ayırımı yapmaksızın, birinci basamak sağlık hizmeti veren, temel tıp eğitiminden sonra, konusunda en az 2 yıl eğitim görmüş tıp doktorudur.”

AİLE HEKİMLİĞİNİN AMACI NEDİR?

  • Erken tanı ve tedaviyi sağlamak;
  • Hastalık ve sağlık konularına fiziksel, ruhsal ve sosyal faktörleri de dikkate alarak yaklaşmak;
  • Sağlık ile ilgili tüm konularda ilk değerlendirmeyi yapmak;
  • Süregen ve tekrarlayıcı hastalıklarda sürekli bakım ve tedaviyi sağlamak;
  • Hastalarla uzun süreli bağlantı kurarak, hastalıklarla ilgili bilgileri toplamak;
  • Birinci basamak sağlık hizmetlerini topluma sunmak;
  • Bireylerin yaşam kalitelerini ve sağlık düzeylerini yükseltmek

AİLE HEKİMLİĞİ ÖNEMLİDİR. ÇÜNKÜ:

  • Sağlık hizmetini aile bireylerinin tümüne birden sunar.
  • Sağlığın sadece hastalık ve sakatlıkların olmayışı değil, sosyal yönden de tam bir iyilik hali içinde olma durumu olduğunu dikkate alarak hizmeti sunar.
  • Sağlık ile ilgili sorunlarda ailelere danışmanlık yapar ve yol gösterir.
  • Birinci basamak sağlık hizmetinin yeterli olmadığı durumlarda kişilerin daha ileri sağlık bakımının sağlanması konusunda gerekli olan organizasyonu gerçekleştirir.
Aile hekimliğine 6 pilot ilde 1 Ekim'den itibaren geçilecektir.
İlk 6 ay doktorunuzu değiştirme hakkınız bulunmamaktadır.
6 aydan sonra istediğiniz hekimi seçme hakkınız bulunmaktadır.

Aşağıdaki linkten doktorunuzu bulabilirsiniz.

http://www.ailehekimibul.com/

30 Eylül 2009 Çarşamba

Pekmezin Faydaları

Beyaz zilepekmezi, yüksek şeker içeriği nedeniyle iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağıdır. Ayrıca, mineralleri yoğun olarak içermektedir. Pekmez özellikle günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum gereksiniminin büyük bir kısmını karşılamaktadır. Mineral miktarının fazla ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle hamile ve emziklilerin, tüberkilozlu hastaların, iyileşme dönemindeki kişilerin diyetinde yer alması önerilmektedir. Okul çağındaki çoçuklarda algılama, anlama, konuları kavrama kabiliyetini artırır. Derslerde, sınavlarda başarılı olmalarına katkı sağlar.

Zile pekmezinin çok iyi kaynak olduğu besin öğelerinden biri de kromdur. Dokuların krom içeriği hamilelikte, malnütrisyonda ve yaşla büyük ölçüde azalmaktadır. Krom, glikoz toleransa faktörünün yapısında bulunur ve insülün kullanımı ile glikoz metabolizmasını etkiler. Rafinasyon işlemi sonucunda gıdalardaki krom miktarının büyük ölçüde azaldığı göz önüne alınırsa pekmezdeki kromun önemi daha da belirginleşmektedir.

Dut pekmezin 100 gramının sağladığı enerji besin öğeleri yüzde 0.1 yağ, yüzde 70,6 karbonhidrat, yüzde 4 kalsiyum, yüzde 0.1 demir ve vitamin-A, Vitamin-B1, vitamin-B2 içeriyor. 100 gram pekmezin sağladığı kalori ise 293.

Pestilin diğer bir bileşeni, mükemmel bir besin maddesi olan süt ise yüzde 87,3 su, yüzde 3,5 yağ, yüzde 3,4 protein, yüzde 4,7 laktoz, yüzde 0,75 mineral maddeler ve vitaminlerden oluşuyor. 100 gramı 64 kalori veriyor.

Kan eksikliği bulunan hastalarda çok büyük faydalar sağlar.
Mide hastalıklarında özellikle, ülser hastalığına iyi gelir.
Astım ve bronşit hastalıklarında faydalıdır.
Soğuğa karşı vücut direncini arttırıcı özelliğe sahiptir.
Sporcular için bir enerji deposudur.
Bebeklerin büyümesinde ve gelişmesine yardımcı olur.
Çocukların zeka gelişimine yardımcı olur.

ÜZÜM PEKMEZİNİN FAYDALARI
Vücuttaki kanı arttırır.
Enerji verir.
İştah açar.
Hamilelikta ve bebek gelişiminde çok faydalıdır.
Mideyi, bağırsakları, böbrekleri kuvvetlendirir.
Damar sertliğine iyi gelir.
Kan dolaşımını rahatlatır.

DUT PEKMEZİNİN FAYDALARI
Kan eksikliği bulunan hastalarda çok büyük faydalar sağlar.
Mide hastalıklarında özellikle, ülser hastalığına iyi gelir.
Astım ve bronşit hastalıklarında faydalıdır.
Soğuğa karşı vücut direncini arttırıcı özelliğe sahiptir.
Sporcular için bir enerji deposudur.
Bebeklerin büyümesinde ve gelişmesine yardımcı olur.
Çocukların zeka gelişimine yardımcı olur.
Gargara halinde ağız ve boğaz hastalıklarında etkilidir. Çocuklarda sıklıkla rastlanan pamukçukta da yaygın olarak kullanılır.

HARNUP PEKMEZİ:

Harnup pekmezi her türlü soğuk algınlığına, kansızlığa, kansere yol açan hücrelerin oluşumunun engellenmesine iyi gelen pekmez harnup pekmezidir.

KEÇİBOYNUZU'ndan yapılan pekmezin viagra 'dan bile üstün özellikleri olduğu belirtilmiş. Harnup Pekmezinin aktif sperm sayısını arttırdığı ve kısırlık riski taşıyan erkekler için de faydalı olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılmıştır.

John Hopkins den kansere dair itiraf bilgi

  1. Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar kanser hastalarına tedaviden sonra vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığını söyledikleri zaman, bu yalnızca kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.

  2. Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.

  3. Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.

  4. Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.

  5. Çoklu beslenme eksiklini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.

  6. Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.'deki hızlı büyüyen sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerler v.s.'de organ tahribatına yol açar.

  7. Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.

  8. Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.

  9. Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; Dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.

  10. Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.

  11. 11) Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.

KANSER HÜCRELERİ AŞAĞIDAKİLERLE BESLENİRLER:



a- Şeker kanser besleyicidir. Şeker kesilerek kanser hücrelerinin
önemli bir gıdası kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful v.s. gibi tatlandırıcılar zararlı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı
Manuka balı veya molastır, ama az miktarda alınmalıdırlar. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg'in aminosu veya deniz tuzudur.

b- Süt vücudun, özellikle sindirim sisteminde, mukus üretmesine neden olur. Kanser mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek kanser hücreleri aç bırakılabilir.

c- Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et temelli diyet asittir ve sığır eti veya domuz eti yerine bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.

d- %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar.
%20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40o C'de yok olurlar.

e- Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.


12) Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.

13) Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.

14) Bazı destek maddeleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal
yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.

15) Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.

16) Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.

JOHN HOPKINS HASTANESİ'NDEN KANSER GÜNCELLEMESİ

  1. Mikrodalga fırına plastik kap koymayınız.

  2. Dondurucuya, su şişesi koymayınız. Plastik şişelerdeki suyu dondurmayınız, çünkü bu plastiğin içindeki dioksinin salınmasına neden olur.

    John Hopkins Hastanesi bunu yakın bir zamanda bülteninde yayınlamıştır. Bu bilgi Walter Reed Ordu Tıp Merkezi tarafından da yayınlanmaktadır.Dioksin kimyasalları kansere, özellikle de göğüs kanserine, neden olmaktadır. Dioksinler vücudumuzun hücreleri için son derece zehirlidir.

  3. Mikro dalga fırınına plastik ambalaj koymayınız.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Hidayet Türkoğlu'ndan bir hikaye

Ünlü basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte, Eminönü'nde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarşı, Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı derken, Yeni Caminin önüne kadar geldiler.

Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı...
Sonra simitçiye yaklaştı :

- Simit'in kaça koç ?

- 300 bin abi. Çıtır çıtır....

- Tezgahta kaç simit var ?

- 70-80 tane var herhalde...

- Hepsini alsam ne tutar ?

- Seksen desek 24 milyon.

- Al sana 30 milyon... Farzet ki hepsini aldım...

-Sağol abi... sağol...

Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki Hidayet'e yaklaşıp fısıldadı.

- Hidayet sen deli misin ?

- Yooo

- Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?

- Boşver sorma.

- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.

- Öyleyse söyleyeyim.

- Lütfedersiniz beyefendi.

- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi ?

- Hayır.

- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.

- Nasıl bir isim ?

- Hidayet !

- Yoksa ?

- Evet o tezgah, eskiden benimdi.


(Bu hikayeyi Hidayet tv8 de katıldığı bir programda kendisi anlatmıştır...)

25 Eylül 2009 Cuma

Grip aşısındaki büyük tehlike

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), mevsimsel bir grip aşısının domuz gribine (A-H1N1) yakalanma riskini artırdığını bildiren bir araştırmayı incelemeye aldığını bildirdi.

DSÖ'nün aşı araştırmalarından sorumlu müdürü Marie Paule Kieny, Kanadalı bilim adamları tarafından yapılan ve henüz yayımlanmamış araştırmayla ilgili olarak yaptığı açıklamada, başka hiçbir araştırmacının bu araştırmanın sonucuna benzer bulgu sunmadığını hatırlattı.

Kieny, Kanadalı bilim adamlarının çok iyi tanınan ve ehliyet sahibi araştırmacılar olmalarına karşın çalışmalarının önyargılı olabileceğini bildirdi. Sonucun Kanada'da farklı olabileceğini, bu özel araştırmanın sonucunun henüz dünyanın başka bir yerinde desteklenmediğine dikkat çeken Kieny, “Bu, yanlı çalışma da olabilir, gerçek birşey de” diye konuştu.

Kieny, mevsimsel grip aşısı üreten ilaç şirketlerinin domuz gribi aşısı yapabilecek durumda olduklarını da vurguladı.
Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 2'sini oluşturan sağlık çalışanlarının aşılanmada öncelikli kesim olduğu bildiriliyor.

Kaynak: AA

18 Eylül 2009 Cuma

Dunning-Kruger Etkisi

Cornell University'de görevli psikologlar Justin Kruger ve David Dunning'in tarihe geçmelerine vesile olan bulguları, yani "Dunning-Kruger Etkisi" adıyla literatüre geçecek olan teorileri de, Türk sağduyusunun yüzyıllardır "cahil cesareti" dediği şeydir aslında.

Journal of Personality and Social Psychology'nin Aralık-99 sayısında yayımlanan teorileri özetle, "cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır" der.

Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:

  • Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
  • Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
  • Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
  • Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

İki uzman daha sonra, bu teorilerini test etme fırsatı da buldular. Cornell Üniversitesi' nden 45 öğrenciye bir test yaptılar, çeşitli sorular sordular. Ardından öğrencilerden "testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini" istediler.

En başarısızların (yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenlerin), testin yüzde 60'ına doğru cevap verdiklerine, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70'e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıktı.

En iyilerin (yani en az yüzde 90 doğru sonuç alanların) en alçakgönüllü denekler olduğu (soruların yüzde 70'ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri) görüldü.

(Not: Dunning ve Kruger bu çalışmalarıyla 2000 yılında Nobel de kazandılar.)

İki uzman psikolog bu bilinçsizliği, "kronik kendi kendini değerlendirme (auto-evaluation) yeteneksizliğine" bağlıyorlar. Çalışan, kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten acizdir. Ama asıl vahim olan, bu "yetersizlik + haddini bilmeme" kokteylinin, mesleki açıdan, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturması. Kariyer açısından bir eksiyken, artıya dönüşmesi.

İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan "yetersiz", kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir "hak" olarak görecektir. "Uyanıklık" bilecektir.

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar ise çalışma hayatında "fazla alçakgönüllü" davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyecekler (ve bilinmeyince için için kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekecekler) ve muhtemelen üstleri tarafından "ihtiras eksikliği" ile suçlanacaklardır. Üstleri de zaten, genelde "aynı yoldan geçmiş" insanlardır.

Buna, insan kaynaklarının, iki benzer CV arasından, "kendine güvenen ve iyi sonuç alma olasılığı yüksek" adayı tercih edeceği gerçeğini de eklerseniz, Dunning-Kruger Sendromu'nun Peter Prensibi'nin (*) yatağını yaptığı da ortaya çıkar.

Sonuçta, "kifayetsiz muhterisler" her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır. Etrafınıza bir bakın, uzmanlara hak vereceksiniz.

Kifayetsiz muhterisi nasıl tanırsınız?
  1. Gücünü delegasyon bahanesinden alır. Ekibinin orkestra şefi havalarına girer.
  2. Çok gürültü patırtı eder, çok şey yapıyormuş havası estirir.
  3. Koridorlarda hızlı hızlı, düşünceli edayla yürür.
  4. "Beşer şaşar" diye düşünür. Ama genellikle şaşan beşer başkası değil, kendisidir.
  5. Ne olursa olsun, hazırlıklıymış, olacakları önceden biliyormuş gibi davranır.
  6. Üstlerine karşı son derece kibardır; altındakilere (özellikle de en çok ihtiyaç duyduklarına) kötü muamele eder.
  7. İktidar ilişkileri ve göstergeleri onun için çok önemlidir. Astlarına kimin üst olduğunu hatırlatmayı sever.
  8. İlk denemede başarılı olamazsa, başarısızlığının belgelerini yok etmeyi unutmaz.
  9. Talimatlarını post-it ile, e-postayla verir böylece astlarıyla yüzleşmekten kaçar.
  10. Toplantılarda son sözü mutlaka o söyler, gerekirse başkasının sözünü tekrarlamak pahasına..

11 Eylül 2009 Cuma

Dünyanın en ilginç bilgileri


  • Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.

  • Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu,

  • Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını,

  • İdrarın zifiri karanlıkta parladığını

  • Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından birini kırabileceğini

  • Hapşırmayı engellemeye çalışırsan, başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini

  • Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini

  • Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını

  • Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuşmadığını

  • Farelerin ve atların kusamadıklarını

  • 1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını

  • Çakmağın kibritten önce bulunduğunu

  • Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu

  • Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını

  • Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.

  • Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçikadan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.

  • Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonyanın ishigaki Adasında 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.

  • Acık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.

  • Sahra çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.

  • Başkan John F. Kennedy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi.

  • Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.

  • Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında Connecticut New Havenda yayımlanmıştı.

  • Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.

  • Ünlü çizgi film kahramanı Temel Reis, 1919 yılında Elzie Crisler Segar tarafından yaratıldı.

  • İlk çamaşır makinesi 1907 yılında Hurley Machine Co. tarafından pazarlandı.

  • Ünlü besteci Beethoven'ın son bestesini, sağır olarak yaptığını...

  • Paristeki Versailles Sarayının 1300 odası olduğunu ve hiç tuvaletinin olmadığını...

  • Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplayacağını...

  • Eyfel kulesinin yapımında toplam 6400 ton ağırlığında 18.100 adet demir parçası kullanıldığını...

  • Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının sebebinin, Kanuninin İstanbulun fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefenin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işareti anlamına geldiğini...

  • Bir insandaki toplam damar uzunluğunun 150 bin km. ve dünya ile güneş arasındaki mesafenin de 150 milyon km. olduğunu...

  • Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin başlarındaki kavukların, kefenlerinden oluştuğunu, sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini, ayrıca öldükleri zaman hemen başlarındaki kefenle defnedildiklerini...

  • Bir futbolcunun topa her kafa vuruşunda, beyninden 1000(bin) hücrenin öldüğünü...

  • Ortalama bir insanda 30.000-100.000 adet saç olduğunu, her gün yaklaşık 100 tanesinin döküldüğünü...

  • İnsan vücudunun her 7 yılda -ölen hücrelerin yerine yenisi gelerek- tamamen yenilendiğini...

  • Amerikan halkının %60ının ülkelerini, dünya haritasında bulamadıklarını...

  • Dünyaya her yıl düşen yağış miktarının eşit olduğunu...

  • Beşiktaş kulübünün kuruluşundaki Kırmızı-Beyaz renklerinin, Başkan savaşındaki malubiyetten sonra Siyah-Beyaz olarak değiştirildiğini...

  • Galatasaray kulübünden, yıllar önce bir grubun ayrılıp Güneşspor u kurduğunu...Fenerbahçe Kulübünün ilk adının Siyah Çoraplılar olduğunu...

  • İbni Sinanın göz ameliyatı yaptığını...

  • Kirpiler suda yüzebildiğini.

  • Salatalığın yüzde 96sı su olduğunu.

  • Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.

  • Coca-Colanın orijinal rengi yeşildir.

  • Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.

  • Sigara çakmağı kibritten önce bulundu.

  • Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.

  • Uranüs çıplak gözle görülen bir gezegendir.

  • Dünyadaki tavuk sayısı insanlardan fazladır.

  • Salyangozların 25.000 civarında dişi vardır.

  • Bir doğumda yaşayan en çok çocuk sayısı 6.

  • Bir kadının sahip olduğu en fazla çocuk sayısı 69.

  • İlk kule saati 1404 yılında Moskovada yapılmıştır.

  • Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.

  • Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.

  • Bukalemunların dilleri,vücutlarından iki kat uzundur.

  • Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.

  • Uzaya ilk uçan kadın Valentina Tereşkovadır. (1962)

  • Günümüzde, evlenenlerin yüzde ellisi boşanmaktadır.

  • Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.

  • Pisagor sokak dövüşü spor dalında olimpiyat şampiyonu olmuştur.

  • Kedi ve köpekler de insanlar gibi solak yada sağak olabilirler.

  • "Düello" uygulaması hala Uruguay ve Paraguayda devam etmektedir.

  • (Halen hayatta olan) 135 yaşındaki Ali Muhammed Hüseyin, yeryüzünün en yaşlı insanı olarak biliniyor.

  • Atların kırılan kemikleri geri kaynamaz. Ayağı kırılan atların hayatı da biter.

  • Sağ elini kullananlar sol elini kullananlardan ortalama 9 yıl daha uzun yaşıyor.

  • Uyurken, TV izlerken olduğundan iki kat daha fazla kalori harcarız.

  • Stockholm kraliyet kütüphanesinde muhafaza edilen "Şeytan İncili" kitabının ağırlığı 350 kg.dır.

  • Taze kakao içinde bulunan sıvı, kan plazması yerine kullanılabilir.

  • ABD'de Coco-Cola şoförlerinin kimyasal madde taşıma lisansı olması gerekiyor.

  • Dünyanın uydusu ayın hacmi, Pasifik Okyanusunun hacmi ile aynıdır.

  • Maymunlar her yıl uçak kazalarından daha fazla insan ölümüne neden oluyor.

  • Dünya ahalisi gece gündüz satranç oynasa ve her saniyede bir hamle yapılsa, satrançta tüm oyunları tecrübeden geçirebilmek için asırlara ihtiyaç vardır.

  • Satranç tarihinin en uzun oyunu 1950 yılında Mardel Platoda yapılmış dünya satranç turnuvasında gerçekleşmiştir. Pilkin ve Çernyak arasında yapılan bu maç 22 saat devam etmiş ve 191. hamle sonrası berabere bitmiştir.

  • Dünyanın en kokulu camisi Tebriz şehrindedir. Mescit inşa edilirken çamuruna misk kokusu ilave edilmiştir ve 600 sene geçmesine rağmen hala mescit misk kokmaktadır.

  • Dünyada en tehlikeli hayvan sivrisinektir. Çünkü insanların ölümüne en fazla sebep olan hayvandır.

  • En eski alfabe Suriyenin Akdeniz sahilindeki Lattakiya limanı yakınlığında yapılan kazım sonucu bulunmuştur. Alfabe 32 harften oluşur.

  • Güneş yerden 149 milyon 600 bin km. mesafededir.Hacmi yerden 1300 defa büyüktür.

  • Rusyada yaşamış olan Vasilyevin iki karısından 87 çocuğu olmuştur. 75. yaş gününde (1782) onun yanında 83 çocuğu bulunmuştur.

  • Bugüne kadar yaşamış en ağır kişi, 635 kiloya ulaşan Washingtonlu Jon Brower Minnoch.

  • Bir kişinin yaşayabildiği en yüksek vücut ısısı 46.5 derecedir. Normal değer ise 35 - 37dir.

  • ABDde, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste yada gözaltında tutulmaktadır.

  • Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur,sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur. Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi Bambu bir günde 90 cm. kadar uzuyor.

  • Erkeklere yıldırım çarpması olasılığı kadınlara göre 6 kat daha fazladır.

  • En büyük kitap XVII asırda yayınlanmış ve Berlin kütüphanesinde bulunan coğrafya atlası sayılır. (yüksekliği 2 metre, eni 1 metre)

  • 1707 - 1782 arasında yaşamış bir Rus kadının; 16 ikiz, 7 üçüz ve 4 dördüzü, 1725 - 1765 arasında dünyaya getirdiği belirlendi.

  • Ünlü Arap şairi Kahire üniversitesi profesörü Şeyh Muhammed Abdul İbrahim 150 yaşında vefat etmiştir. 105 sene bekar yaşamış. 105 yaşında evlendikten sonra 5 çocuğu olmuştur.

  • Atakama çölüne 400 seneden beri yağmur yağmamaktadır. Yağan yağmur da havada buharlaştığından yere düşmemektedir.

  • Kunter, 1988 yılında Fenerbahçe formasıyla Hilalspor karşısında 153 sayı atarak rekor kırarken, ilk yarıda da attığı 81 sayıyla bir devrede en fazla sayı üreten basketçi olarak da tarihe geçti.

  • Zürafanın ses telleri yoktur.

  • Yunuslar bir gözlü açık uyurlar.

  • Develerin 3 tane kaşı vardır.

  • Bir sineğin hızı saatte 8 km.dir.

  • Zürafanın dili 35 cm. kadardır.

  • Istakozların kanı mavi renktedir.

  • Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.

  • Fil zıplayamayan tek memelidir.

  • Sığırların 4 tane midesi vardır.

  • Kangurular geri-geri yürüyemezler.

  • Kediler şeker tadını ayırt edemezler.

  • Atlar 1 ay kadar ayakta kalabilirler.

  • Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.

  • Timsahlar dilini dışarı çıkaramazlar.

  • Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.

  • Baykuş mavi rengi görebilen tek kuştur.

  • 2600 kadar kurbağa cinsi var.

  • Yetişkin bir ayı at kadar hızlı koşabilir.

  • Sadece domuzlar güneşten yanabilir.

  • Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.

  • Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.

  • Hayvanların en büyüğü mavi balinadır. (uzunluğu 33 m., ağırlığı 190 t.)

  • Sadece dişi sivrisinekler ısırır.

  • Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.

  • Deve deniz suyu içebileceği gibi bir defada 250 litre su da içebilir.

  • Bir insanın su ve yemek olmadan yaşayabildiği en uzun süre 18 gündür.

  • Karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir.

  • Çekirgenin kulağı dizindedir.

  • Yeryüzünün en sıcak yeri Afrikada El-Ezize bölgesidir. (Gölgede 58 derece)

  • Yeryüzünün en soğuk yeri Antarktika’da Vostok (Rusya) bölgesidir. (- 88.3 derece)

  • Uzaya ilk defa 12.04.1961 tarihinde Yuri Gagarin uçtu.

  • İlk defa aya 21.07.1969 tarihinde Neil Armstrong ayak bastı.

  • Eski Romada şişeden hazırlanmış kaplar altın ve gümüşden daha değerli sayılırlardı.

  • Dünyada en eski üniversitesi 989 yılındaki Mısırın El-Ezher üniversitesidir.

  • Dünyanın en genç üniversite öğrencisi 11,5 yaşındaki Ganesh Sittampalamdır.

  • İlk yeraltı tünel 1 km. uzunluğunda olmuş ve bundan 4 bin yıl önce Irakta Fırat nehrinin altından geçmişdir.

  • Paraguay dünyanın en yağışlı bölgesidir. Bölgede yağmur neredeyse ara vermez.

  • Dünyada 2000 e yakın halk ve 3000 e yakın dil var.

  • Tarih boyu yapılmış savaşların en uzunu İngiltere ile Fransa arasında olmuştur. Bu savaş 115 sene(1338-1453) sürmüştür.

  • İnsanın saçında 102 bine yakın, derisinde ise 20 bine yakın kıl olur. Kıllar her gün 0.35-0.40 mm. uzar.

  • İngiltereli Thomas Korne 207 sene yaşamıştır.

  • Dünyanın en uzun ömürlü insanı Çinde 253 sene yaşamıştır. (1680-1933)

  • Güneş dünyadan 330,330 kat daha büyüktür.

  • Bir köstebek sadece bir gecede 90 m. tünel kazabilir.

  • Bir hamam böceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden 9 gün yasayabilir.

  • Eski Mısırlılar taştan yapılmış yastıklarda uyurlardı.

  • Bir hipopotam ağzını açarsa 120 cm boyunda bir insan onun içine rahatça sığabilir.

  • Boğalar renk körüdür, bundan dolayı matadorun elindeki beze saldırırlar; rengi ne olursa olsun.

  • Ortalama bir buzdağı 20,000,000 ton gelir.

  • Zehirli oklu kurbağada 2,200 insanı öldürebilecek kadar zehir bulunur.

  • İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.

  • Hapşırdığımız zaman kalbimizde dahil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarımız bir an için durur.

  • Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.

  • Kadınlar erkeklere oranla iki kat daha fazla göz kırparlar.

  • Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur.

  • Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunurlar.

  • İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmakta, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmaktadır.

  • İnsanlar beyinlerinin %10’nu kullanırlar.

  • Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar.

  • Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.

  • Sarışınların esmerlere göre daha fazla sacı vardır.

  • Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

3G ile yapılabilecek 20 şey

Cep telefonunuzda 3G ile birlikte yapabileceğiniz örnek 20 farklı işlemi aşağıdaki listede bulabilirsiniz.

  1. Otobüs veya feribotta seyahat ederken ister diz üstü bilgisayarınızla ister cep telefonunuzdan internetten gazete okuyabilirsiniz

  2. Futbol maçında gol olduğunda arkadaşınızı görüntülü arayabilirsiniz.

  3. İşten eve giderken, otobüste, dolmuşta, serviste televizyon seyredebilirsiniz (En sevdiğiniz diziyi/tuttuğunuz takımın maçını trafik sıkışıklığı yüzünden kaçırmazsınız)

  4. Gezmeye gittiğiniz yerleri, arkadaşlarınıza göstermek için beklemek zorunda olmadan, videosunu çekip anında Facebook'tan arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz

  5. iPhone 3G’den Eiffel kulesini, Times Square'i, Miami’yi canlı seyredebilirsiniz

  6. İşteyken evdeki çocuğunuzun uyuyuşunu telefondan seyredebilirsiniz

  7. Dışarıdayken sıradışı bir olaya şahit olduğunuzda videosunu çekip anında Facebook ’da arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

  8. Arkadaşınızın doğum gününü video mesaj ile kutlayabilirsiniz.

  9. Otobüste giderken mp3 çalarınızı unuttuysanız Turkcell gncplay veya başka bir servis üzerinden binlerce şarkı dinleyebilirsiniz

  10. Yanınıza hangi çantayı alacağınızı arkadaşınıza görüntülü görüşme ile sorabilirsiniz.

  11. Denize karşı gün batımını izlerken gördüğünüz güzelliği anında internette yayınlayabilirsiniz.

  12. Arkadaşlarınız komik görüntülerden bahsederken, o videoları kendinizin izlemediğinizi fark ederseniz, onu cebinden arayıp, anında o videoyu izleyebilirsiniz.

  13. Bankanızı görüntülü çağrı merkezinden arayıp, kredi kartınızla işlem yapabilirsiniz

  14. Müşteriyle görüşmeye netbook ile gidebilirsiniz

  15. Aile büyüklerine video ile bayram mesajı gönderebilirsiniz

  16. Uzaktaki ailenizi özlediğiniz zaman görüntülü görüşme ile arayabilirsiniz

  17. Almanya’daki akrabalarınızı görüntülü görüşme ile arayabilirsiniz

  18. Yazlığa giderken orada Internet yoksa yanınıza 3G modeminizi de alırsınız, olur biter.

  19. "Bana internetini bu gecelik versene" sorusu hayatınıza girebilir, internet hattınızı ödünç vermek için tek gereken 3G modeminiz olur.

  20. Arkadaşlarınızla saatinizi kullanarak görüntülü görüşebilirsiniz
Kaynak: Turkcell 3G Blogundan

3 Ağustos 2009 Pazartesi

E-reçete

E-reçete uygulaması çok yakında hayata geçiyormuş. Doktorların elektronik ortamda oluşturacakları reçeteleri yine elektronik ortamda imzalamasının ardından, eczaneler bu reçete ile ilaç verebilecek. Eczaneler ve Eczane Hizmetleri Hakkında Yönetmelikte değişiklik yapılarak e-reçetelerin kullanılmasının önü açılmış oldu. Yönetmeliğin 22. maddesi ile yalnızca tabibler, veteriner hekimler, ve diş tabipleri tarafından reçeteler kabul edilirken, fax, telefon, internet ya da kurye gibi yollarla ulaştırılan reçeteler kabul edilmiyordu.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kanser'den korunmak için...

Dikkat edilmesi gereken beslenme alışkanlıkları...



Dün Amerikan Kanser Enstitüsünün son yayınladığı rapor elime geçti. Buna göre son yıllarda Amerika’da ölenlerin üçte biri Kanserden. Raporda en dikkat çekici bir nokta da Kanserden ölenlerin yüzde yetmiş oranı hali vakti yerinde olan ve hatırı sayılı insanların olması.. Olay ürkütücü. Bunu çok iyi okumak gerekiyor. Rapordan çıkan sonuca göre;

1- Kanserden ölenlerin büyük bir kısmı teknolojik ürünlerle daha içli dışlı olanlar.

2- Yiyecek içecekte çok çeşitliliğe gidenler ve katkılı madde içerikli yiyecek içecekleri tüketenler.Bunun yanında maddi durumu iyi olmayıp katkısız doğal ve daha az çeşit tüketen ve çoğu teknolojiye ulaşamamış çevrelerde kanser vakalarına daha az görünmesi.Rapor bize yediğiniz içtiğinize artık ciddi manada dikkat edin diyor. Kimyasal katkılı yiyecekler ( Tatlandırıcılar, renklendiriciler, aromatik koku vericiler, raf ömrünü uzatıcılar vb gibi ) ve GDO lu ürünler Amerika’da yaklaşık 50 yıldır yoğun olarak kullanılıyor. Bilim adamlarına göre GDO lu ürünlerin insan sağlığı acısından ciddi manada olumsuzluğuna rastlanılmadı deniliyor. Ancak sonuçlar korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Bu sonuçlara göre GDO lu ürünlerin henüz ispatlanmış olumsuz etkisi yok diyenlere artık kuşku ile bakılması gerekiyor. Olumsuz bir etkisi yok diyenler gerçekten bilimsel analiz ve gözlemlerinin sonuç unumu, yoksa bazı firmaların isteği doğrultusun da hazırlanan raporlarımı konuşuyor ortaya çıkarılması gerekiyor. Özellikle genç yavrularımızın ellerine tutuşturulan cep telefonları, pil ile çalışan oyuncaklar ve albenili boyalı oyuncaklar çocuklarımızın geleceğini karartacak gibi görünüyor. Katkı maddeleri ile bizlere zorla kendisini yediren cipsler, dondurmalar, sosisli sandviçler, nitrit ve nitrat ile pembeleştirilmiş işlenmiş etler, öksürük şuruplarında, gazozlarda, gofretlerde ve ambalajlı diğer yiyeceklerde bulunan tatlandırıcılar hayat apartmanından her gün bir tuğla koparıyor. Fazla söze ve kapı kapı doktor aramaya artık gerek yok. Canını ve cananını seven doğallığa dönmek zorunda. Atalarının tükettiği yağlara ve besinlere, Mevsim meyvelerinin içinde kendiliğinden bulunan şeker, doğal pekmez, doğal bal, kuru üzüm, dut, incir, hurma gibi meyveler tüketmeliyiz. Yavrularımıza tahin-pekmez, pekmezli yoğurt veya ballı süt vermeliyiz ve bunlara alıştırmalıyız.
Yoksa bugün Amerika’daki sonuçlar fazla sürmeden bizim de kapımızı çalacağından emin olabilirsiniz.

Emine NUREFŞAN
Biyolog

28 Temmuz 2009 Salı

D-Smart

D-Smart; Doğan Yayın Holding'in Mart 2007'de hizmete soktuğu bir dijital platform ve TV pazarı. İki buçuk yıllık bir sürede çeşitli yollarla bünyesine çekmeyi başardığı 1 milyon üyeye kendi kurduğu ve anlaşma yaparak aldığı kanalları ve çeşitli ücretli uygulamaları pazarlamakta ve kârını giderek büyütmekte. Bu uygulamaları ileride daha da genişletebilir.



www.dsmart.com.tr/



D-Smart nedir?
Dijital platform özellikleri ile normal uydu alıcısı özelliklerini bir araya getiren, aylık abonelik sistemi olmayan ileri teknoloji ürünüdür.

D-Smart dijital yayın mı yapıyor?
Evet. D-Smart sayesinde ses ve görüntü dijital yayın kalitesi ile kullanıcılara ulaştırılır. D-Smart, TV yayıncılarının sunmuş olduğu yayınların kalitesini değiştirmeden, bozmadan, sıkıştırmadan size ulaştırır.

D-Smart için kaç çanak kullanmak gerekiyor?
Türksat uydusu üzerindeki tüm kanalları ve D-Smart kanallarını izlemek için tek çanak kullanmanız yeterlidir. Birden fazla çanak kurulumu yaptırmanız halinde diğer uydulardaki kanalları da izleyebilirsiniz.

D Tematik kanallar şifrelenecek mi?
Bu kanallar D-Smart dijital platformu kullancılarına özel kanallardır. Bazı programlar sadece D-Smart kullanıcıları tarafından ücretsiz ve şifresiz olarak izlenebilir.

Zaten elinde uydu alıcısı olanlar D-Smart kanallarını modülle izleyebilir mi?
Hayır. Böyle bir uygulama mümkün değildir.

D-Smart kanallarını izlemek için ayrıca para ödemem gerekiyor mu?
D-Smart kanalları sadece D-Smart kullanıcıları tarafından hiçbir ücret ödemeden şifresiz ve ücretsiz olarak izlenebilir.

D-Smart ileride paralı olacak mı?
Hayır. Aktivasyon yaptırmış, D-Smart sahibi olan kullanıcılardan hiçbir zaman herhangi bir ücret talep edilmeyecektir. İleride ücretli bazı hizmetler olacaktır, ancak bu hizmetlerin kullanımı tamamen kullanıcının isteğine bağlı olacaktır.

D-Smart'ın ücretsiz kanalları haricinde kullanıcı seçeneğine bağlı olan ödeme sistemli (Pay TV) ekstra hizmetleridir. D-Smart Extra kapsamındaki kanallar;

* Sinema TV
* Sinema TV 2
* Sinema TV Aile
* Movies 24
* Beyazperde
* Futbol Smart
* ESPN Classic
* ESPN America
* Dog TV
* The Style Network
* Bebeğim TV
* FX
* Nickelodeon
* Kidsco
* Luli TV
* Comedy Smart
* Discovery World
* Discovery Science
* Discovery Travel&living
* Investigation Discovery
* Da Vinci Learning
* Passion TV
* Fantasy TV
* D Yeşilçam XXX
* Marc Dorcel
* Soft
* Movies 24 Erotica
* Kanal D HD
* HDTV Smart
* Discovery HD
* Eurosport HD'dir. Bu kanallar Smart Para ödeme sistemi ile seyredilebilmektedir.

D-Smart Extra'nın 3 alt paketi vardır.
Konu başlıkları
[gizle]

* 1 Sinema Paketi[1]
* 2 Aile Paketi[2]
* 3 Full Paket[3]
* 4 Full HD Paket[4]
* 5 Kaynakça

Sinema Paketi[1] [değiştir]

* Sinema TV
* Sinema TV 2
* Sinema TV Aile

Aile Paketi[2] [değiştir]

Sinema Paketi ve;

* Movies 24
* Beyazperde
* Futbol Smart
* ESPN Classic
* ESPN America
* Dog TV
* The Style Network
* Bebeğim TV
* FX
* Nickelodeon
* Kidsco
* Luli TV
* Comedy Smart
* Discovery World
* Discovery Science
* Discovery Travel&living
* Investigation Discovery
* Da Vinci Learning

Full Paket[3] [değiştir]

Aile Paketi ve;

* Passion TV
* Fantasy TV
* D Yeşilçam XXX
* Marc Dorcel
* Soft
* Movies 24 Erotica

Full HD Paket[4] [değiştir]

Full Paket ve;

* Kanal D HD
* HDTV Smart
* Discovery HD
* Eurosport HD

24 Temmuz 2009 Cuma

Entelektüel bilgisi derya, IQ puanı yüksek kişilerin cebindeki parayla genelde orta sınıf temsilcisi kaldıklarını biliyor muydunuz?

Çok akıllıysan neden fakirsin?” klasik sorusuna yanıt arayan Rusya'daki Vedomosti gazetesi geçenlerde ilginç bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı.

Akıllı olmakla varlıklı olma arasındaki genelde ters orantı daha eski Yunan kültüründe tartışma konusu oluyormuş. Bir seferinde Miletli filozof Fales, “Bize hep akıl veriyorsun, halbuki cebinde beş kuruş paran yok” eleştirisi üzerine ilginç bir yola başvurmuş. Ege bölgesinde zeytin rekoltesinin ertesi yıl verimli olacağını hesaplayarak tüm zeytinyağı sıkma preslerini önceden yok parasına kiralamış. Zeytin ağaçları o yıl gerçekten müthiş ürün verdiğinde presleri isteyene 10 misli fiyatla geri vererek aklın para kazanabileceğini kanıtlamış.

Şimdi insanın IQ derecesiyle zengin olma arasındaki bağlantının, filozof Fales örneği gösterilerek tarif edilmesi elbette mümkün değil. Günümüzde ünlü sosyolog Prof. Zagorsky değişik bir yola başvurarak belirli bir grup insanın IQ derecesiyle kredi kartlarını kullanma arasında bağlantı kurarak fenomene izahat getirmeye çalışmış.

Avrupa'daki IQ testlerinin yanı sıra, ABD'deki AFQT sonuçları da dikkate alınarak gruptaki kişilerin durumu incelemeye alınmış. Akıllıysan neden fakirsin sorusunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkmış.
IQ derecesi yüksek deneklerin tamamına yakını bankada yatan parasından daha fazla harcama yapıyormuş. IQ derecesi düşük kişiler ise genelde limitler çerçevesinde kalmayı tercih ediyormuş. Çıkan sonuca göre kişinin IQ derecesi yükseldikçe gereksinimleri de geometrik oranla artıyor. Akıllı ve bilgili kişinin aslında iyi para kazanmayı becerdiği, ancak hayattan beklentileri ve harcamaları da arttığı için kendisini mali açıdan orta sınıf olmaya mahkum ediyormuş.

Araştırmanın haklı olduğunu kanıtlamak için tüm dünyadaki üniversitelerin otoparklarına bir göz atılması öneriliyor. Burada park etmiş araçların yüzde 80’inin yeni model olmayacağı söyleniyor. Yani IQ derecesi yüksek kişiler kazançlarının büyük bölümünü altındaki tekerlere değil, beynini kurcalayan başka işlere yönlendirmeyi tercih ediyor. Unutmadan sosyolojik araştırmada IQ derecesi yüksek bilgili ve akıllı kişiyle, uyanık kişi olarak adlandırdığımız kategori arasında hiçbir bağlantı olmadığının altı da önemle çiziliyor.

Nerdun HACIOĞLU/ MOSKOVA

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Tuzlu Su Mucizesi

cenin ve kulakDenize girdikten sonraki dinlenmişlik ve arınmışlık halini hepimiz biliriz. Havuza girdiğimizde ise bunu hissetmeyiz. Sebebi sudaki tuzdur. Tuzlu su bedende birikmiş negatif elektriği iletkenliği sayesinde sizden alır götürür. Sizler de akşam eve geldiğinizde bütün günün üzerinizde bıraktığı ağır etkiler ve stresten kurtulmak için yada toplantı, sınav gibi üzerinizde gerilim yaratan durumlardan önce ellerinizi bir miktar ( 1 litre suya iki çorba kaşığı tuz yeterli ) tuzlu suyla yıkadığınızda bu birikmiş olan negatif elektrikten kurtulur ve arınırsınız.

Yazıyı gönderenin uyguladığı yöntem, her akşam eve geldiğimde ellerimi sabunlamadan önce, ellerimi, banyomda lavabo başında hazırlayıp bıraktığım bir miktar tuzlu su ile yıkamak oluyor. Belirtmeliyim ki REİKİ ve şifa ile uğraşan dostlarım da seans öncesi ve sonrası bunu uygulamaları kendilerini ve uygulatıcıyı korumada büyük yarar sağlıyor. Duş alırken de arada tuzlu suyu başınızdan aşağıya dökerseniz tam ve net sonuçlar alırsınız. İş dönüşü ayaklarınızı tuzlu suyla yıkamak tahmin ettiğinizin ötesinde bir yarar sağlar.

Kulak ceninin ana rahmindeki duruşunun şematik olarak aynısıdır. Ve tüm akupunktur noktaları kulak üzerinde bu esasa göre yer almıştır.

Şimdii... başınız,boynunuz, beliniz, sırtınız, bacaklarınız, kalçanız, ayaklarınız, omzunuz ağrıdığında yapacağınız tek şey kulaklarınıza masaj yapmak.

kulakKulağınızı baş ve işaret parmaklarınızın arasına alarak kulak kepçesinden başlayarak, dayanabildiğiniz kadar güçlü ve sıkarak masaj yapın.

İlk anda bazı noktalar acıyacaktır (bunlar bedendeki ağrıyan bölgelerin kulaktaki refleks noktalarıdır ). kısa bir süre sonra bu ağrılar kaybolacaktır.

2 -3 dakika bu masajı yapmanız yeterli olur. İsterseniz uzatabilirsiniz de. Zaten masajın sonuna doğru bedeninize bir sıcaklıklığın yayıldığını hissedeceksiniz. Bunun ardından ağrılarınızın azaldığını ve kaybolduğunu da...
Hiç bir yan etkisi olmayan bu uygulamayı herzaman her yerde kendinize ve ağrısı olan yakınlarınıza uygulayabilirsiniz.
Yorulduğunuzda, uzun otobüs yada araba yolculuklarında oturmaktan ağrılara maruz kaldığınızda, çok üşüdüğünüzde ve bedeninizi dengeye kavuşturmak için mucize benzeri bu uygulamayı kullanabilirsiniz.

Dört tane ağrı kesici aldım. hala ağrıyor diyerek baş ağrısından kıvranan taksi şöförünün ona yaptığım iki dakikalık kulak masajının ardından yaşadığı mutlu şaşkınlıkla benden ücret almadan teşekkürlerle uğurladığını hala hatırlıyorum.

Önemli olan kulağın her noktasına dokunun. Kulağınız size hemen yanıt verecektir. Kulaklar bedeni hisseder, görür ve duyar.

Siz de şefkatli ellerinizi esirgemeyin.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Kartallardan Hayat Dersi



Kartallar, kanatları ve kuyrukları geniş, bacakları tüylü , iri yırtıcılardır. 2-3 yılda ergenliğe ulaşırlar. Uçuşta sıkça dönerek yükselirler. Ormanlar ve dağlarda yaşarlar. Kaya girintilerinde ve ağaçlarda yuva yaparlar. Kartallar tek eşlidir. Yaşamları boyunca eş değiştirmedikleri gibi her yıl aynı yuvayı kullanırlar. Yuvaları genellikle kolay ulaşılamayacak yerlerdedir.

Kartallar, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadırlar.

Kartalların yaşı 40′a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir.

Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır.

Ya ölümü seçecektir. Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yer bulduktan sonra, burada gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkartır. Yeni pençeleri çıkınca, kartal, bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar.

5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş” uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

İnsan hayatında da zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklardan ve anılardan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

Bazen kararlarımız acı da verse “Yeniden Doğuş”u müjdeleyebilir.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Dünya tarihinin en büyük servet yok oluşu nasıl meydana geldi?

Global ekonomik kriz

Dünya tarihinin en büyük servet yok oluşu nasıl meydana geldi? Yok oluşun mekanizması neydi?



Bunu basit bir şekilde anlatmaya çalışacağım.*

Paranın bol, faizlerin düşük olduğu bir ortam düşünün. Cebimde 100.000 dolarım var. Yüzde 10 faiz getirecek bir fırsat yakalıyorum. Fırsatı kullanıyorum ve 10.000 dolar kazanıyorum. Bu iş hoşuma gidiyor. Borçlanarak daha büyük oynamak istiyorum. Yüzde 5 faizle 900.000 dolar kredi buluyorum. 100.000 dolarımı ekleyerek bir milyonu yüzde 10 faizle yatırıyorum.

Eğer beklediğim getiriyi alırsam, param 1.100.000 dolar oluyor. Borcumu veee yüzde 5 olan ve 45.000 dolar tutan faizi ödüyorum. Elimde temiz 55.000 dolar kalıyor.

Ne oldu?

100.000 dolarım yüzde 55 gelir getirdi. Yaşasın!

Ama risk iki tarafı da kesen bir bıçaktır. Eğer yatırımım sıfır gelir getirse 45.000 dolar faiz ödemem gerekeceği için 100.000 dolarım 55.000’e inecekti.

5 Mayıs 2009 Salı

Proto-kol'e Girdim diye Sevinenlerin Dikkatine

PROTOKOL dilimize eski Latince ve Yunanca'dan geçme bir sözcük!

Daha doğrusu :'Proto' ve 'Kolos' sözcüklerinin birleşmesinden türeme bir deyim...

Lugat anlamiyla 'Proto' birinci demek..'Kolos' ise götün çoğulu. Sözcük anlamlarını birleştirdiğimizde ise deyimin tam karşılığı 'Önde Gelen Götler' olarak karşımıza çıkıyor.

'Kolos' sözcüğünün zamanla çoğul eki olan (os) deyimden atilmis, geriye 'Protokol' yani 'önde gelen göt' lafı kalmış.

Toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla 'götünün kalkması da bundandır.

29 Nisan 2009 Çarşamba

Domuz Gribi

Domuz gribi, normalde domuzlarda görülen A tipi grip virüsünün yol açtığı bir solunum hastalığı olarak biliniyor ve bu hastalık hızla yayılabiliyor.

İNSANA BULAŞIR MI?

Domuz gribi domuzdan insana ve insandan insana bulaşabiliyor. Virüse karşı insanın doğal bağışıklığı bulunmuyor.

Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hastalığın kontrolden çıkmak üzere olan geniş çaplı salgın olabileceği uyarısında bulunuyor.

DOMUZ ETİ YİYENLER DOMUZ GRİBİNE YAKALANIR MI?

Domuz etinin yenmesiyle domuz gribi virüsü bulaşmıyor. Virüs solunum yoluyla bulaşıyor.

BU, DOMUZLARDA YENİ GRİP TÜRÜ MÜ?

İnsanlardaki grip virüsü gibi, domuz gribi virüsü de domuzlarda sürekli değişim gösteriyor. Domuzların solunum yollarında domuz, insan ve kuş gribi virüslerine duyarlı alıcılar bulunuyor.

Dolayısıyla domuzlar, virüslerin eş zamanlı bulaşması halinde yeni grip virüslerinin ortaya çıkma ihtimalini artırıyor.

DSÖ’ye göre, Meksika’da ölümlere neden olan domuz gribi virüsü A/H1N1. Bu virüs insandan insana bulaşabiliyor. A/H1N1 virüsü, insan, domuz ve kuş gribi virüslerinin karışımından oluşuyor.

AŞISI VAR MI?

Domuzlara yapılan aşı bulunuyor, ancak insan için henüz aşı yok.

Kaynak : Haber7.com

Yeni Bir Tehlike
Yeni Zelanda’da Meksika’dan dönen, bazısı grip belirtisi gösteren 25 kişi karantinaya alındı. Yeni Zelanda’nın en büyük lisesinin öğrenci ve öğretmenlerinden oluşan grubun dün Auckland’e döndüğü belirtildi. Auckland Bölge Halk Sağlığı Hizmetleri Müdürü Dr. Julia Peters, 13 öğrenciyle 1 öğretmenin sağlık durumunun iyi olmadığını, bir öğrencinin hastaneye kaldırıldığını söyledi.

Sağlık Bakanlığı sözcüsü Michael Flyger da gruptakilerin bir kısmının grip benzeri belirtileri olduğunu, test sonuçlarının gün içinde alınacağını kaydetti.
Meksika’da domuz gribi olduğu sanılan bir virüsün yol açtığı ağır zatürreden 81 kişi yaşamını yitirdi. Meksika’da okullar, müzeler, kütüphaneler ve tiyatrolar, binden fazla kişinin hastalandığı salgını zapt etmek için kapatıldı. Öte yandan Japonya’nın en büyük uluslararası havaalanında sağlık kontrolleri artırılırken, Filipinler Meksika’dan gelen ve ateşi olan yolcuları karantinaya alabileceğini bildirdi. Tayland ve Hong Kong’taki sağlık yetkilileri de durumu yakından izlediğini belirtti.

Çin, domuz gribinin vurduğu bölgelerden son iki hafta içinde gelen ve grip belirtileri bulunan kişilerin yetkililere bilgi vermesi gerektiğini bildirdi.
Avustralya Sağlık Müdürlüğü de Meksika’ya ziyarette bulunan ve grip benzeri hastalık geçirenlerden doktorlarına görünmelerini istedi. Malezya ve diğer Asya ülkeleri ise Dünya Sağlık Örgütünün yeni açıklamalarını beklediğini bildirdi. Asya, 2003′te patlak veren kuş gribi virüsü H5N1′den en çok mustarip olan bölge olmuştu. Kuş gribinden en az 257 kişi hayatını kaybetmişti.

Meksikalı yetkililer, ülkede şu anda binden fazla kişiye hastalığın bulaştığını tahmin ediyor. Halk ise panik içinde. Başkent Mexico City’de kütüphaneler, tiyatrolar, futbol statları ve müze gibi halka açık yerler kapılarını kapadı. Bu arada hastalığın sıçradığı ilk komşu ülke ise ABD oldu. Teksas ve Kaliforniya eyaletlerinde, 8 kişide virüsün görüldüğü açıklandı. New York’ta ise bir lisede 75 öğrencinin aynı anda gribe yakalandığı, çocuklara domuz gribi şüphesiyle tahliller layapıldığı belirtildi. Uzmanlar, hastalığın belirtilerinin normal gripte yaşandığı gibi ateş, öksürük ve boğaz ağrısı olduğunu söylüyor. Küresel çapta yayılmasından endişe edilen virüsün, domuzlarda görüldüğü ancak nadiren insanlarda da rastlandığı belirtiliyor.

Meksika’da nadir görülen domuz gribi salgınında en az 60 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sözcüsü Fadela Chaib, Meksika’da normal olarak domuzlarda ortaya çıkan, ancak nadiren insanlarda görülen hastalıkla ilgili yüzlerce vakanın bildirildiğini kaydetti.

Chaib, Mexico City kentinde ve civarında hastalığın belirtilerini gösteren 800 kadar vakanın ortaya çıktığını ve bu hastalıktan en az 57 kişinin öldüğünü söyledi. Sözcü, Meksika’nın orta kesimindeki San Luis Potosi’de de 24 vakaya rastlanıldığını ve 3 kişinin öldüğünu belirtti.

DSÖ sözcüsü, abdnin güneybatısındaki California ve Texas eyaletlerinde bilinen vakaların sayısının 7 olduğunu bildirdi. DSÖ, abd ve Meksika’daki sağlık yetkilileriyle sürekli temas halinde bulunulduğunu açıkladı.

Abd Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezinden yapılan açıklamada, California ve Texas eyaletlerinde 7 kişiye bir çeşit domuz gribi tanısı konulduğu, hastaların tümünün iyileştiği belirtilmişti.

Kaynak : Hurriyet.com.tr

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), domuz gribini 1 ila 6 arasında derecelendirdiği salgın evreleri sıralamasında alarm düzeyini 3. evreden 4. evreye çıkardı.

İsviçre’nin Cenevre kentinde saatlerce süren acil toplantının ardından WHO Başkan Yardımcısı Keiji Fukuda, düzenlediği basın toplantısında, ilk olarak alarm düzeyini 3′ten 4′e yükseltme kararının alındığını söyledi.

Fukuda, virüsün kimi ülkelere de yayılmış olması nedeniyle domuz gribinin kontrol altına alınamayabileceğini bildirdi.WHO ayrıca, gribin yayılmasını durdurmak için sınırların kapatılması tavsiyesinde bulunmadığını, henüz yolculuk kısıtlamalarının gerekli olmadığını açıkladı.

Örgütün alarm düzeyini 4. evreye çıkarması, hastalığın en az bir ülkede insandan insana geçtiği anlamına geliyor.

16 Nisan 2009 Perşembe

Sunay Akın'dan Bir Kız Kulesi Öyküsü

1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya
gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren
huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra
gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a
giderken henüz 12 yaşındadır.

Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek
kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek
istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama
Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır. Karl
Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından
sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa unvanını alır.

Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı
temsil eden üç kişiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve
Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur.
Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile.

Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nâzım Hikmet! Görüldüğü gibi Karl'dan
Nazım'a uzanan hikâyenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi'nin her zaman
hikâyeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı.

Sunay AKIN

21 Mart 2009 Cumartesi

Sefir'e Yolu Gösterin...

Fransa'da çok meşhur bir sözlük vardır, Larousse. Burada bir kelime var, "décapiter". Bu kelime 1931 yılındaki sözlükte boynunu vurmak diye ifade ediliyor.
Kelimenin bir başka anlamı daha var. Kazığa oturtmak, yani sivri bir kazık
hazırlamak ve insanları kazığın bir ucu ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.
Vahşi bir uygulama. Burada kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak
için örnek veriliyor: "Türkler bugün bile esirlerini kazığa oturturlar."

Atatürk bunu öğrenince Fransız büyükelçisini yemeğe davet ediyor. Elçi diğer
elçilere böbürleniyor, hava atıyor Atatürk tarafından davet edildiği için. Köşke
geliyor, yemekler yeniyor. Atatürk tabii bir şekilde elçiye bu kelimenin anlamını
soruyor. O da bildiği anlamı söylüyor.

Atatürk : "Kelimenin başka bir anlamı var mı?" diye sorunca.

Büyükelçi: "Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir" diyor.

Atatürk daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse'u
getirtip büyükelçinin önüne koyduruyor. Elçi daha işin nereye kadar gideceğinin
farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor. Ancak kelimenin karşısında kazığa
oturtmak konusunda verilen örnek cümleye gelince ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve
yarısından sonra yutkunarak Atatürk'ün yüzüne bakıyor.

Atatürk diyor ki: "Demek ki biz Türkler bugün de esirlerlerimizi kazığa oturtuyoruz
öyle mi, öyle mi sayın sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız , bu doğru mu? "

Sefir hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki:
"Efendim bu sözlük Katolik Kilisesi'nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz
laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi
ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız."

Atatürk: "Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere
karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul'daki kiliselerin
kapılarına koca birer kilit astırıyorum" diyor.

Bunu duyan sefir birden ayağa kalkıyor ve: "Ekselans, protesto ederiz " diyor.

Bunun üzerine Atatürk: "Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz? "diyor ve
ilgililere dönerek: "Sefire yolu gösterin" diyerek bir anlamda onu kovuyor.

Sonra ne mi oluyor? Tabi Fransız hükümeti laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor,
hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor.

18 Mart 2009 Çarşamba

Ergenlerdeki dalgınlığın nedenleri


İngiltere'de Oxford Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, gençlerin özellikle sabahları uyuşuk ve aklı bir karış havada olmak için bilimsel bir bahaneleri olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya göre 10 yaşından itibaren çocukların biyolojik saatleri değişmeye başlıyor ve beyinleri, sabahın erken saatlerinde doğru dürüst çalışmaz oluyor.
İngiltere'nin kuzeyindeki bir okul, bu araştırmaya dayanarak ergenlik çağındaki öğrencileri için derslerin başlangıç saatini iki saat ileriye aldı -- ve hakikaten de, performanslarının ciddi bir şekilde iyiye gittiğini gördü.

Araştırmayı yapan ekipten Profesör Russell Foster, gençlerin geç yatıp, geç uyanmaya biyolojik eğilimleri olduğunu söylüyor.

Buna göre gelişmekte olan ergen beyninde, müthiş bir "düşünmeden harekete geçme" özelliği var.

Beynin ön kısmındaki pekçok bağlantı, 20'li yaşlara yaklaşana dek tam olarak oluşmuyor.

İşin ilginci, bunlar harekete geçmeden önce durup düşünmemizi, yaptığımız şeyin sonuçlarını düşünmemizi sağlayan bağlantılar.

Bunlar ergenliğin son dönemlerine dek oluşmuyor.

Profesör Russell Foster'ın elindeki verilere göre, okul saatini sabahları yalnızca bir saat ileriye almak ve daha zor dersleri öğlene doğru kaydırmak, sınavda başarı sonuçlarının artırıyor, okuldan kaytarma ve depresyon vakaları da azalıyor. (BBC)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Sarımsak & Limon Suyu Mucizesi


Bilbay Eminoğlu

Çoğu insanımızın derdi ya da korkulu rüyası olan kalp damarlarının tıkanması, ilaç tedavisine ya da cerrahi müdahaleye gerek duyulmadan bir mucizeyle tamamen ortadan kaldırılabilir mi?

İnanılması güç ama tıpta devrim yaratacağı söylenen bir buluşla bunun mümkün olduğu saptandı.

Rus doktorların bulduğu ve uyguladığı, adeta "gençlik iksiri" olduğu söylenen bu "ilaç" tıkalı kalp damarlarını açmakla kalmıyor; damar sertliklerini ve hipertansiyonu da önlüyor...

Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağları yakıyor...

Bitmedi...

26 Ocak 2009 Pazartesi

Kuantum düşünce tekniği

Kuantum Düşünce Tekniği Nedir?

Kuantum Düşünce üst nitelikli bir düşünme biçimidir. Sıradan düşünce biçimleri kendisini tekrar eden, etkisiz ve sınırlı enerjilerdir. Değiştirme ve oluşturma güçleri yoktur. Daha çok vehim, kuruntu, başıboş hayaller biçiminde akar. Oysa Kuantum Düşünce derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir.

Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir.
Bu düzeyde insan, kendi hayatının efendisi durumuna geçer.

Kuantum Düşünce daha da ilerisi ortak zeka alanında işlem yapar. Bütün evreni tekamül ettiren enerjiyle işbirliğine girildiğinde siz bir "kişi" olmanın sınırlı olanaklarını aşar, "bütün" ün gücüne ulaşırsınız.

O zaman da gücünüz tabii ki bütünün gücüne eşit olacaktır.

Bu Teknik Pratik Olarak Hayatımızda Ne Gibi Yararlar Sağlar?

Bizim gelişmemiz için gereken bütün araçlar: uygun iş, eş, yaşam alanı, ev, bedenimizin sağlığı bu yüksek frekanslı enerjiden nasibini alır.

Siz, sınırlayıcı, engelleyici düşünce kalıplarınızı fark edip bunların yerine güçlendirici inançlarınızı koyduğunuzda hayatınız bu yeni inançlarınız doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Sizin için en uygun kişi, en uygun imkan, en uygun zamanda karşınıza çıkacaktır. Yapmanız gereken şey uzanıp onu almaktır.

Doğuştan doğal olarak hakkınız olan mutluluğu, bereketi, bolluğu ve sevinci yaşamanıza imkan tanımış olursunuz.

Kuantum Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusundan başka bir şey değildir. Korku, kaygı, öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerjide azalmalar yol açar.

Kuantum Düşünce Tekniği; kendimizi tanımaya, başkalarını anlamaya, evrensel sistemin işleyişini fark etmekten doğan bilgeliğe ulaştırarak beden enerjimizi de düzene sokar. Kişiler daha güçlü canlı ve güzel olurlar. Hayat misyonumuzu fark etmek ve ona adım adım ulaşmak yönündeki çabalarımızı destekler. Kendi içsel kodlamanızdaki yapmanız gereken işinizle ilgili ipuçlarını yakaladıkça adımlarınız hızlanır.

Kuantum Düşünce kişiler arası iletişimin enderin boyutunu sunar bize. Ortak insanlık alanında gerçekleşen bu iletişim, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Beden dili ve sözel iletişimden daha da öte Kuantum sal İletişimle düşüncelerimizin direkt muhataba ulaştığı bir yöntem geliştiririz.
Kuantum Düşünce hayatımıza daha çok bolluk ve bereket çekmemizi de sağlar. Kendimizle ilgili derin içsel vizyonumuzu değiştirdikçe daha çok bolluk hayatımıza akmaya başlar. Genel anlamda zenginlik; sahip olduğumuz şeylerle ruhsal varlığımıza kattığımız değerler arasındaki dengeyi anlatır. Çok paraya sahip olmak tek başına zenginlik işareti olmayabilir. Önemli olan bu parayla ne yaptığınızdır. Daha çok kahkaha, daha çok dostluk, daha çok sevgi, daha çok deneyim ve daha çok hayır üretebiliyorsanız o zaman zenginsiniz demektir.

Özetle Kuantum Düşünce Tekniği, yaşamın temel amacı olan sevinç duygusunu yüreğimizde hissetmemiz için bize imkanlar sunar.


Kuantum Fiziğiyle Bu Düşünme Tekniğinin Bağlantısı Nedir?

Kuantum fiziği, klasik anlamdaki fiziksel maddenin enerjiye dönüştüğü bir alana sokar bizi. O alanda artık atom altı parçacıklar, hızla hareket eden enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.

Daha da ötesi bu parçacıklar insan düşüncesinin yaydığı enerjiye yanıt verirler. Bu alanı gözlemleyen kişi ile gözlemlediği parçanın birbirinden bağımsız, kopuk şeyler olmadığı çıkar meydana. Düşünceyle enerji, gözlemleyenle gözlenen, iç ile dış, burası ve ötesi arasındaki ayırımlar kalkar.

Heisenberg’ in belirsizlik alanı dediği bu alanı, gönderdiğimiz düşünce paketçikleri varlık katar. Belli hale getirir. Kuantum alanının bir noktasına yaptığımız etki bütünü etkiler aynı zamanda. Siz bir şey düşündüğünüzde bundan tüm alan etkilenir. Kuantum Fiziği, fizikle fizikötesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır.

Bu Teknikten Yararlanarak Hayatlarında Değişiklikler Yaratan Kişilerden Örnekler Verebilir Misiniz?

Tabii ! Pek çok var. Çünkü kural hiç şaşmaz: Düşünceler hayatımızı oluşturur.
En yakın bir örnek bir mimar hanımla ilgili. İşinde hiç memnun olmadığını söylemişti. Ona nasıl bir işte çalışırsa mutlu olacağını sordum, anlatmaya başladı. Bunları bir bir yazdık. Ciddi bir firmanın araştırma ve geliştirme departmanında çalışmak istiyordu. İmgesel olarak bilinçaltına kodladık. Ertesi hafta telefonla müjdeyi verdi. Tam da istediği bölümde iyi bir şirkette hafta başında işe başlıyordu.

Buna benzer yüzlerce örnek var. Burada sorun sistemle ilgili değil. Kendilerine yüzde yüz yararlı olacak bu sistemi uygulamak için katılımcıları ikna etmekle ilgili. Belki de bu işe keyifli bir ikna çalışması diyebiliriz. Bir başka çarpıcı örnek de bir öğrenciyle ilgili. Üniversiteye hazırlık yapan bu gencin sınavla ilgili korku dolu düşünceleri vardı. Onunla bir çalışma yaptık. Binlerce kişi arasında o bir yıldız gibi parlıyordu. O kalabalık arasında fark edilmemesi mümkün değildi. Hayalinde sınavı kazanmış hatta üniversite diplomasını alıyor görmesini sağladık. Bu sınavın hayatının bir çok önemli günlerinden sadece biri olduğunu ama tek belirleyici olay olmadığını tespit ettik. Bütün bunlar zihin özel bir algılama düzeyindeyken gerçekleştirildi. Bu genç üçüncü kez sınava giriyordu ve artık dördüncü bir şansı yok gibi gözüküyordu. Tabii ki daha sonra onun sınavı kazandığına dair telefon aldım.

Yine başka ilginç örnek tıp fakültesinde okuyan bir öğrenciyle ilgili. Arkadaşlarının ve rektörünün okulda yaptığı klüp çalışmalarını yeteri kadar desteklemediğinden şikayet etmişti yana yakıla. Ona göre okul rektörü tuhaf biriydi. Bir konuda görüş almak için odasına girdiğinde onun hiç yüzüne bakmıyor, tersliyor ve isteklerini görmezden geliyordu. Sonra bu gençle bir seminer programında özel bir çalışma yaptık. Bir hafta geçmeden yüzünde güller açarak beni ziyarete geldi. Kız arkadaşıyla sinemaya gitmişlerdi oradan geliyorlardı. Tuhaf şeyler olmuştu doğrusu. Rektör birden huy değiştirmişti. Karşılıklı oturup konuşmuşlar ve çok sıcak bir iletişim kurmuşlardı. Daha önce bir türlü yerine getirilmeyen okulun bilgisayar kulübüyle ilgili bir isteği daha o söylemeden rektör tarafından karşılanmıştı.

Bu süreç nasıl işliyor? Yani nasıl oluyor da sizin yaptığınız bu çalışmadan Rektörün ve kız arkadaşın haberi oluyor?

Güzel bir soru. Bizim bilinçaltı düzeyde oluşturduğumuz yeni bir program Birleşik Alanında bir etki yapar. Bu düzeyde zaman ve mekan farklı bir biçimde işler. Bu alanda her şey Şimdi ve Burada durumunu yansıtır. O yüzden düşünceler mucizevi sonuçlar doğurur. Alan bir tür bilgi okyanusu gibidir. Okyanusun bir damlasındaki değişim diğer tüm damlaları uyarır.

Seminerler katılımcılarda kalıcı bir etki yaratıyor mu?
Bu biraz da kişilerin konuya verdikleri önemle ilgili bir şey. Ama alışkanlık haline gelmiş, içselleştirilmiş bir davranış tabii ki kalıcı oluyor. Kuantum düşünce öğrenmeden çok yapmaya, bilmeden de ileri olmaya yönelik bir çalışmadır. İçsel olarak yaratılmış değişimler kalıcı olacaktır kuşkusuz. Kişi düşünceleri ve seçimleri ile hayatı arasındaki ilişkiyi gördükçe farkındalığını artırır. Böylece bilerek yaşamaya başlar. Böylece kendi hayatının efendisi olur.

KUANTUM DÜŞÜNCE NEREDE KULLANILIR? KİMLER YARARLANABİLİR?
Bir eğitmenseniz; öğrencilerinize uygun öğrenme modelleriyle çabuk, kalıcı ve zevkli bir eğitim yapabilirsiniz..
Bir öğrenciyseniz; çabuk, kalıcı ve keyifle öğrenen, öğrendiklerini unutmayan, hayatın tadını çıkarmasını bilen, kendinden memnun bir çocuk yada genç olabilirisiniz..
Bir iş insanı iseniz; amaçlarınıza ve hedeflerinize kolayca ve çevrenizdeki insanlarla işbirliği içinde ulaşabilirsiniz.
Bir sanatçıysanız; yaratıcılığınızı daha çok arttırabilir, kalıcı ve etkili eserler üretebilirsiniz..
Bir baba yada anneyseniz; ailenizde hoşgörü ve anlayışa dayalı iletişimin sırrını öğrenebilirsiniz….
Bir hekimseniz sağlığın kuantum boyutundaki sırlarını öğrenebilir, modern tıpla kuantum iyileşme tekniğini birleştirerek harika sonuçlar elde edebilirsiniz...
Hayat amacınızın ne olduğunu öğrenebilir ve kendi özel amaçlarınız ve planlarınız doğrultusunda güçlü ve motive olmuş bir biçimde ilerleyebilirsiniz.
Sorunların gerisindeki anlama bakıp, onların içindeki çözümü görebilirsiniz.
Sizi yoran insanlarla şaşırtıcı bir biçimde özel bir iletişim modeli geliştirebilirisiniz.
Kişisel Gelişimde ;
Kimlik Güçlendirme Mühendisliği
Yeni Alışkanlıklar Edinme
Özgüven
Ruhsal Yetenekler Kazanma
Kişisel Başarının Yolları
Hayatı Okumak ve Anlamlandırmak
Hedef Belirleme
Geçmişi yeniden yaratmak
Eğitimde;
Hızlı Öğrenme
Ders Motivasyonunun Kazanılması
Öğrenme Modelleri
Sınavlarda Başarı Yükseltme
Yaratıcılık Eğitimi
Hedef Belirleme

İş Dünyasında;

Stresi Coşkuya Dönüştürme
Duyusal ve Duygusal Keskinlik
Yöneticilerin Eğitimi
Ekip Çalışmalarında Birlik ve Dayanışma Ruhu Oluşturma
İletişimin Dördüncü Boyutu ( Kuantum İletişim )
Motivasyon
Sağlıkta;
Sigaradan Kurtulma
Kilo Verme
Hastalıkların Zihinsel Nedenleri
Fobilerden Kurtulma

Aile içi İletişim;

Eşler Arasında İletişim Bozuklukları
Anne/ Baba Eğitimi
Aile İçi Sevgi Dilinin Bulunması
Kadın – Erkek İlişkilerinde;
Doğru Eşi Bulma
Birlikte Başarı
Temel İlişki Değerlerinin Tespiti

21 Ocak 2009 Çarşamba

Öğrenilmiş Güçyitimi

Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor.Haliyle, büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor... Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor, böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor. Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor. O da ne!!! Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği hâlde onları yemediği görülüyor. Buna psikolojide 'Öğrenilmiş Güçsüzlük' deniyor.

İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının, 'yapma; elleme, dokunma,' gibi sözlerini duyuyormuş. Böyle olunca da çocukta büyüyünce 'yapamama', 'edememe' özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyor.

ZİHİNSEL GÜÇ
İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken, çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der. Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir. 'Al oğlum, sana güzel bir at' der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir ya da bir çocuğun tebessümü olabilir.'

Değnekten atınız hiç eksik olmasın.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Global Ekonomik Kriz ne zaman biter? Türkiye'de Krizden Nasıl çıkarız?

Günlük yerli gazete Memleket demiş ki:

HOCALAR KRİZİ TARTIŞTI
Bütün dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye'de de etkileri hissedilmeye başlanan ekonomik kriz, siyasetin de ekonominin de ana gündemini oluşturuyor. 'Kriz Türkiye'yi teğet mi geçecek?' , 'Hükümet krize karşı yeterli önlemleri almakta gecikti mi?' , 'IMF ile anlaşma zorunlu mu, bu anlaşma için geç mi kalındı?'

Son günlerde en çok tartışılan konuların başında bu gibi konular geliyor. 'Türkiye krize neden girdi, dünya genelindeki kriz ne kadar sürecek, krizden çıkış yolları nelerdir? Tüm bu konular, NTV'de yayınlanan 'Neden' programında konunun uzmanları tarafından tartışıldı. Ankara Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Korkut Boratav, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ve Hürriyet Gazetesi Yazarı Erdal Sağlam krizi ve çıkış yollarını tartıştı. 

'HOCALARIN HOCASI'NDAN KRİZ NOTLARI
Programın konukları arasında yer alan 'Hocaların Hocası' olarak bilinen  Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin nedenleri, Türkiye'ye etkileri ve çıkış yolları konusunda önemli tespitlerde bulundu. 

KRİZ NEREDEN ÇIKTI?
Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin neden çıktığını şu şekilde açıkladı: 

"Krizin kapitalizmin bünyesinden kaynaklandığında bir şüphe yok. En gelişgin, en varlıklı ve kapitalizmin bir çok kurum ve mekanizmasını en gelişmiş şekilde bünyesinde barındıran Amerika Birleşik Devletleri’nden koptu. Nasıl koptuğunu da biliyoruz, ama kısaca hatırlatalım. Finans sisteminde abartılı bir şişkinliği söz konusuydu. Finans sistemi az ile yetinmeyi beceremeyen bir patolojik özellik kazanmıştı. Kapitalizmin öz bünyesinin üzerinde onun bir uzantısıdır ama bu uzantı birdenbire ekonominin büyüme potansiyelini ve gerçekleşen büyüme hızının üzerinde getirileri bir hayat tarzı haline getirdi. Amerika’nın özelliği bu getirilerin yüksekliğini bir miktar kolaylaştıran bir mekanizma vardı, dışarıdan kaynak aktardı Amerika. Yani adeta az gelişmiş bir ekonomiye nasıl dış tasarrufları almak ister ve onunla sermaye birikimini geliştirir, böyledir yani. 

TASARRUF YAPMADAN BÜYÜMEK
Bizim az gelişmişliği tanımlamamızın bir biçimi de budur. Çok yoksul olduğumuz için fazla tasarruf yapamazsınız ama büyüme tutkunuz vardır, yatırım yapmanız lazım. Bu yatırımı kendi kendi tasarrufların yetmediği için yani dış kaynakla, yani dıştan gelen tasarruflarla karşılarız, karşılardık. Amerika adeta az gelişmiş ekonomi gibi tasarruflarını yavaş yavaş aşağıya çekti, geçmiş diyelim bu 20 yıllık bir hikayedir bir anlamda. Yatırım eğilimi de çok yüksek olmamasına rağmen özellikle hane halkı, yani sıradan Amerikalı gelirin üstünde tüketmeye başladı, bir borç ekonomisi oluştu bu işi kolaylaştıran bir de finansal araçlar imal edildi, inşa edildi, uyduruldu. Bu araçlar öyle araçlar ki el değiştirdikçe satıcıya komisyon getiriyor. Dolayısıyla yapay bir biçimde işte bu ipotekli konut piyasasın iç yüzü incelendiğinde ortaya çıkıyor. İş böyle sahtekarlığa kriminal boyutlara kadar ulaşan ama sonunda herkesin aşağı yukarı bu yürümeyeceği belli olan saadet zincirine kötü niyetle katkıda bulunmuş oldu, bir balona dönüştü. Bu balonun da sürmesi mümkün değildi. Amerika’nın dış dünyadan aktaracağı kaynağın da bir sınırı vardır. Dolara bu kadar çok itibar kazanması tartışmalıdır. Bir noktada dıştan patlayabilirdi balon veya içten patlayabilirdi. Bu içteki şişkin finansal kağıtlardan oluşan piyasa bir yerde tökezledi ve zincirleme bir şekilde kriz başladı. 


TÜRKİYE NEDEN KRİZE GİRDİ?
Boratav, krizin Türkiye'yi neden etliyeceğini ve bu krizin etkilerini şu şekilde açıkladı. 

"Bu kriz 2001 krizinden farklı. Bu kriz tersine başladı, bizim bizden değil yani çevre ekonomilerinden değil metropolden başladı. Bir yıl kadar sanki bizim buralara etki etmeyecekmiş gibi göründü. Zarara sürüklenen finansal aktörler bankalar, yatırım bankaları filan bir süre bizim ekonomilerimizdeki yüksek getirileri zararlarını hafifletecek araçlar olarak gördüler ve fazla tedirgin olmadılar ama metropoldeki kriz özellikle Lehman şirketinin yatırım bankasının batmasıyla birdenbire derinleşince o zaman çevre ekonomilerindeki plasmanlarını yani çeşitli kağıtlara, buradaki kağıtlara yatırılmış olan kaynaklarını da çekme eğilimine girdiler, ikincisi kredi kanallarını eskisi kadar açık tutmamaya karar verdiler. Dolayısıyla bizim ekonomilerimiz şu riskle karşı karşıya kaldı; geçtiğimiz 7 yıllık, istiyorsanız tam şeyin de iktidarına denk gelen bir dönemdir. Türkiye ve bir kaç ülke daha orta ve doğu Avrupa, Güney Afrika ve 1-2 Latin Amerika ülkesi gibi ülkeler büyüme patikalarını esas olarak dıştan gelen kaynaklara bağımlı kıldılar. İşte bu kaynaklarda bir ani çıkış veya duraklama veya tersine dönüş olursa, yani duraklama veya net çıkış olursa ekonomilerin alışık oldukları o rehavet ortamı yani dıştan gelen kaynağın sağladığı büyüme ivmesinin durması veya negatife dönüşmesi mukadder oluyordu. 

AĞUSTOS'A KADAR TÜRKİYE'DE HİSSEDİLMEDİ
İşte Ağustos’a kadar bizi etkilemedi, Türkiye'yi de etkilemedi. Yani ödemeler dengesinin Ağustos rakamlarına baktığımızda halen görüyoruz ki dıştan gelen net kaynak var, eskisi kadar bol ve coşkulu olmasa bile var. Fakat Eylül’de azalıyor ve Ekim’de birdenbire net çıkış başlıyor, daha doğrusu girişte büyük daralma ve belli ölçülerde net çıkış başlıyor. Bunun yansımaları dövizle borçlu olan bütün aktörler için döviz kurunun yukarı çekilmesi döviz kredilerinin tıkanması, yani dış kredi kanallarının tıkanması hatta dış kredi kanallarının ana para talepkar yani faizi ödüyorsun ama vadesi gelince ana paramı da isterim konumuna gelmesi halinde bizim ekonomimizin birdenbire iç talebin daralması, firmaların dış kredi imkanları daralan bankaların kredi kanallarında kısıntılar ve keza dıştan daha rahat borçlanmaya alışkın olan şirketlerin borç kanalların tıkanması, sıcak paranın çıkması gibi bir dizi birbiriyle bağlantılı şok Türkiye'de reel ekonomiyi de sıkıştırmaya başladı. İşsizlik, üretim, sermaye birikimi hatta durgunlaşan tüketime yansıma yaptı. Bütün bunların heyeti umumiyesi diyelim veya toplu etkisi işte bugün yayınlanan milli gelir rakamlarıyla ortaya çıkıyor. Şanslı bir şekilde Temmuz, Ağustos, Eylül’ü kapsıyor. Eylül’dür negatif büyümenin ivmesinin başladığı dönem. 

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK RİSKİ: DIŞ AÇIK
Prof. Dr. Korkut Boratav, krizin Türkiye için neden yüksek risk oluşturduğunu da şı şekilde açıklıyor. "Kriz konjonktürüne Türkiye büyük dış açık vererek ve çok fazla miktarda dış borçla giriyor. Bu özelliği taşımadan kriz konjonktürüne giren gelişmekte olan ekonomiler bizim kadar kırılgan değil, ben bunu vurgulamak istiyorum. Bu bizi başka pek çok ekonomiden daha kırılgan hale getiriyor. 

IMF İLE ANLAŞMA SORUNU ÇÖZECEK Mİ?
Şimdi bu durumlarda şunu vurgulamak istiyorum; IMF ile anlaşsak bile eğer bütçede para politikasında artık fazla yapılacak bir şey yok. Yani para politikasının etkisi sınırlı. Esas uyarlamayı bize bütçeden, parada gevşemeyin diyecekler büyük ihtimalle öyle tahmin ediyorum. Fazla gevşemeyin, ipin ucunu kaçırmayın diyecekler ama kamu maliyesiyle ilgili olarak muslukları sıkmak isteyecekler. Vergiler yukarı, büyük bir vergi reformu da ufukta görünmediği için yani üretim yapmayan, yatırım yapmayan Türkiye sermaye birikimi yapmayan katmanların, iş çevrelerinin demiyorum. Zengin ve varlıklı çevrelerin gelir ve servetlerine el atacak bir vergi reformu da gündemde olmadığı için mesele Türkiye vergi sisteminin yüzkarası olan dolaylı vergileri daha da yukarı çekecekler, bir de kolay vergi alınan otomobil gibi, emlak vergileri gibi 1-2 kaynağa daha yüklenecekler ve bütün bunların sonunda dış kaynağın kısıtlanması nedeniyle zaten bakınız yüzde 8 buçuk imalat sanayinin, henüz bütçe kısıntısı yok ortada. Para politikasında da bir yukarı çekme yok. Yani kamu maliyesinden ve para politikasından gelen bir daralma olmadan sanayi yüzde 8 buçukluk bir gerilemeye düşüyor. Bu gerilemenin sirayet ederek ticarete ve bütün hizmetler sektörüne sirayet ederek, 2009’a da taşınacağı varken bir de kamu maliyesiyle sıkarak IMF durumu daha da vahimleştirecek ve bu Türkiye toplumunun kaldıramayacağı bir sosyal gerilim yaratabilir. 

IMF VE ÖZEL SEKTÖR DE SUÇLU
Benim onun için dediğim şu; bu yangını söndürmek için sermaye hareketlerini denetlemeye başlasak ne olur, döviz kontrolünü koymaya başlasak ne olur? Para çıkışını eğer yapabiliyorsak, maalesef iyi zamanda yapmamız lazımdı bütün bu kontrolleri. Türkiye'ye pompayla para gelirken dış borçlanmanın başı boş yürümesini engellememiz lazımdı ama engelleyemezdik, çünkü merkez bankasına enflasyon hedeflemesini getirdik, enflasyon hedeflemesi reel faizleri ama reel dikkat ediniz tasarrufa ödenen veya devlet kağıtlarına ödenen reel faizleri yüksek tuttu, kredi faizleri daha da yüksek tuttu, dolayısıyla imkanı olan veya çeşitli aracılarla bu imkanı yaratan özel sektör dört nala dış dünyadan borçlandı. Bunda IMF’nin suçu yok mudur? Türkiye'ye bu koşullarda enflasyon hedeflemesini, reel olarak yüzde 10’ların üstünde reel faizi kabul ettiren politikaların kabahati yok mudur?

KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU
Özel sektörün büyük ihtimalle döviz kazancı olmayan özel sektörün, 150 milyar dolayında dış borca sürüklenmesinde bu politikaların hiç kusuru yok mudur? Dolayısıyla döviz kontrolleri getirdiğiniz zaman para politikasını, döviz kuru politikasını ayrı ayrı belirleyebilirsiniz ama şunu diyorum tekrar; kriz noktasında döviz kontrolleri getirmek daha zordur, bunu keşke iyi zamanda yapsaydık ama imkansız değildir.  Ondan sonra zincirleme başka tedbirler de gelecektir.